Kadın cinayetleri, Türkiye’nin son yıllardaki en önemli toplumsal sorunlarının başında geliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun sitesinde katledilen kadınların anısına yer alan dijital sayaç da, bu şiddetin vardığı korkunç boyutu gözler önüne seriyor. 2020 yılında 335 kadın katledildi... Bugün, 25 Kasım. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü...
İlkses Gazetesi'nden Çağla Geniş'in haberine göre Kadın örgütleri, İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması bir yana, tam ve etkin uygulanması için taleplerini yineliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim, “Sözleşme uygulansaydı katledilen kadınlar hayatta olacaktı” diyor.
HAKLARA SALDIRI CİNAYETLERİ ARTTIRDI
-2009’da Münevver Karabulut cinayetinden hemen sonra oluşan toplumsal infialle birlikte, bir araya gelen her yaştan farklı kadın, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu kurdu. Bir avuç kadınla başlayan mücadele, başladığınız günden bugüne, ‘kadına şiddet’ gündeminde neler değişti/neler değişmedi? An itibariyle nerede duruyoruz, kadına şiddet nereye gidiyor?
Artık toplum bir kadının dahi herhangi bir bahane ile öldürülmesini kabul etmiyor. Etrafında şiddete tanık oluyorsa müdahale etmeye çalışıyor. Ancak siyasi iktidarın net tutum almayıp, kadınların haklarına saldırması sonucu cinayetler arttı ve artık şüpheli kadın ölümlerini konuşur olduk. Kadınlar işkence edilerek öldürülüyor… Çocukları ile birlikte öldürülüyor kadınlar… Failler ise kaza ve intihar süsü vererek ya da türlü yöntemlerle cinayeti gizleyebileceklerini sanıyorlar. Toplumun tepkisi ve örgütlü kadın hareketi ile bunların üstesinden geliyoruz.
-Kadın cinayetlerinin sebebi ne? Bu cinayetler neden istikrarlı bir şekilde artıyor? Kadınlar en çok hangi durumlarda şiddete maruz kalıyor?
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olarak kadına yönelik şiddet ortaya çıkıyor. Kadına yönelik şiddetin son aşaması ise kadın cinayetleri... Türkiye’de kadınlar modernleşme ve gelişmeye bağlı olarak aslında doğru orantılı şekilde daha fazla hak talep etmeye başladı. Aslında bir tür kadınların hakları için uyanışı denebilir… Fakat değişmeyen bir erkeklikle karşılaşıyoruz. Erkek şiddeti ile kadınlar bastırılmaya çalışılıyor. Kadın düşmanı politikalar üretildiği ve kadınların kazanılmış hakları tartışmaya açıldığı için kadın cinayetleri artıyor. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa etkin uygulanmıyor. Kadınlar ayrılmak, boşanmak, çalışmak, barışma teklifini ya da bir erkeği reddetmek bahanesi ile erkekler tarafından katlediliyor.
KADINLARIN İSYANI GERİ ADIM ATTIRDI
-İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapısını bozduğu yönündeki eleştiriler ve kaldırılmasına yönelik adımlar hakkında düşünüyorsunuz? Şu an bir sessizlik hakim… Üstelik bu sessizlik hükümet cephesinden gelen birkaç sözleşmeden yana mesaj sonrası gerçekleşti... Kadınların alanlardaki haklı isyanı ve kararlı duruşu hükümete geri adım mı attırdı?
Evet. Çünkü bu ülkede artık kadın cinayetlerine karşı ciddi bir bilinç gelişti. Kadınlar her gün öldürülürken, koruma kararları cebinden çıkarken, çözüm için gerekli adımlar atılmayıp bir de kadınların haklarını tartışmaya açtılar. Toplum, İstanbul Sözleşmesi’nin yaşattığını biliyor artık. Şiddeti konuşmayıp, kadının şiddet karşısında korunmasını konuşmak şiddeti meşrulaştırmaktır. Yani bazı kadına şiddet uygulanabilir, bazısına uygulanmaz gibi şiddeti suç olmaktan çıkarıp muğlak değerler sistemine bırakmak istiyorlar. Şiddet kişiden kişiye değişemez. Suçtur. Kadının eşit hakları vardır.
-Kadın hakları mücadelesinde bugün Türkiye’nin bulunduğu noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yolun neresindeyiz? Kadına yönelik şiddetle mücadelede bugün en acil neye ihtiyaç var?
Türkiye’de önemli bir kadınların uyanışı söz konusu… Kadınlar hayatın her alanında eşit yaşayabilmek için muazzam bir direnç gösteriyor. Atılmaya çalışılan kadın düşmanı politikaları büyük oranda geri püskürtmeyi başardık. Bu tip geri püskürtmeler diğer toplumsal mücadeleler alanında pek olabilen bir şey değil. Bu anlamıyla mücadelemizin tüm toplumsal alanlara ilham verdiğini de düşünüyorum. Yolun neresindeyiz diye bakınca aslında epey bir yol kat ettik. Şu anda toplumun kadın hareketi sayesindeki ilerleyişinin, siyasi iktidarın gerisinde kalması ile karşı karşıyayız. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasayı da uygulatacak olan bizleriz. Kadınlar artık sessiz kalmıyor. Bugünün ihtiyacı sessiz kalmayan kadınların örgütlenmesi ve örgütlü bir feminizmi ortaya koymasıdır. Ayrıca bir diğer ihtiyaç olarak gördüğüm şey de kadın hareketinin diğer ezme, ezilme ve sömürü düzenine karşı mücadeleler ile kuracağı bağı iyi tanımlaması gerekliliğidir. Bütün ile bağını kurabilen bir kadın hareketi başarıya ulaşabilir diye düşünüyorum.
MAHKEMEDE İNDİRİM!
-Türkiye özellikle Gezi eylemlerinin ardından alanlarda demokratik mücadele ekseninde ciddi bir susturulmuşluk yaşıyor. Süreçte 8 Mart dışında kitlesel bir eylem kalmadı desek yeridir… Bunun yanı sıra alanlarda kadın mücadelesi deyim yerindeyse fazlaca baskın ve bir o kadar da yalnız… Kadınlar olmazsa sokakların sesi de olmayacakmış gibi bir tablo oldukça belirgin halde önümüzde duruyor. Evet ve ‘iyi ki’ kadın mücadelesi ve taşıdığı umutlar dimdik ayakta ama siz bu genel tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?
Gezi sonrası her ne kadar baskı gelişmiş olsa da o baskıyı söküp atan hareket var. O açıdan kadın hareketi Gezi’nin ortaya çıkardığı politik süreci sürdürüyor diyebiliriz. Ama sadece 8 Mart kitlesel eylemleri olabiliyor derseniz haksızlık etmiş olursunuz. Tam tersine her gün mücadelesini yürüten kadınlar olduğu için o meydanlar da, adliyeler de dolup taşıyor. mine Bulut, Pınar Gültekin, İstanbul Sözleşmesi için yapılan eylemler, kadınların cesaretini katlandıran Las Tesis protestoları ve daha nicesi var. Ve sizin bahsettiğiniz bu umudu var eden şey politik hedefli hareket etmek, herkesin kendini eşit ifade edeceği meclis işleyişi ve dağılmayan sürekliliği olan bir örgütlü mücadeledir bana göre.
-Kendi tanıklıklarınızdan hareketle, bu mücadelede kadınların karşısına dikilen/yolunu kesmeye çalışan/cezasızlığı rutin yapan ve ‘yok artık’ dedirten anlar neler? Sokakta, karakolda, mahkeme salonlarında…
Kadın katillerine verilen türlü indirimleri sıralayabilirim… Çok sevdi ‘aşırı sevgi’ indirimi, pişmanım dedi ‘pişmanlık’ indirimi, tıp öğrencisi diye ‘gelecek’ indirimi, memur diye ‘saygın tutum’ indirimi gibi uzayan meşrulaştırılan indirimler… Kadınlar can havliyle karakola gittiğinde, polislerin lakayıt ve baştan savma davranışları… Örneğin; Ferdane Çöl’e ‘Ölsen de kurtulsak’ demişti polisler, her gün karakola gidiyor diye... Ve Ferdane öldürüldü! Dilekçe yazmak için karakola giden kadına, kağıdımız bitiyor denildi… İstanbul Sözleşmesi etkin uygulansaydı katledilen tüm kadınlar aslında hayatta olabilirdi. (Çağla Geniş / İlkses Gazetesi)