Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, Boğaziçi Üniversitesinde öğrenim gören Sara Akgül, 2000-2005 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan (MEB) mecburi hizmet karşılığı burs aldı.
Akgül, dördüncü sınıf öğrencisiyken Üniversitenin Eğitim Fakültesi Yönetim Kurulunun kararı ile başvurucunun kaydını yenilemediği gerekçesiyle ilişiği kesildi.
Okulda 2004'ten önce herhangi bir sorunla karşılaşmadığı halde 2004 yılından sonra üniversite kapısında, Çevik Kuvvet polisleri ve polis panzerlerinin bulunduğu bir ortamda kendisinden başını açmasının istendiğini belirten Akgül, başörtülü derslere ve sınavlara girmesine izin verilmediğinden eğitimine devam edemediğini, devamsızlık sorunu oluştuğunu ve bu sebeple üniversiteden atıldığını belirtti.
İddialarıyla ilgili bazı belgeler sunan, daha sonra çıkarılan ve kamuoyunda "Af Kanunu" olarak bilinen 5806 sayılı Kanun çerçevesinde 2009'da üniversiteye tekrar kaydını yaptıran Akgül, 2012'de mezun oldu.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından, 2012 yılının sonunda Akgül'ün aldığı burs miktarının geri ödenmesi gerektiği yönünde işlem tesis edildi. Bu karara yaptığı itirazı reddedilen Akgül, bursun geri istenmesi işlemine karşı iptal davası açtı. İdare Mahkemesi, işlemi 2013'te iptal etti.
İdarenin itirazı üzerine dosyayı görüşen Bölge İdare Mahkemesi ise 2014'te, ilk derece mahkemesinin kararını bozdu ve davayı reddetti.
Karar düzeltme talebi de kabul edilmeyen Akgül, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Akgül, başvuru dilekçesinde, başörtüsü yasağından dolayı okula alınmaması ve bunun sonucunda üniversiteden ilişiğinin kesilmesi nedeniyle almış olduğu bursları iade etmek zorunda kalmasının din özgürlüğünü ve eğitim hakkını ihlal ettiğini ileri sürdü.
Başvuruyu görüşen Yüksek Mahkeme, Akgül'ün, Anayasa'nın 24'üncü maddesinde güvenceye alınan din özgürlüğü hakkı ile 42'inci maddesinde güvenceye alınan eğitim hakkının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar verdi.
İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ve başvurucuya 20 bin lira manevi tazminat ödenmesi kararlaştırıldı.
"DEMOKRATİK DEVLETİN VAZGEÇİLMEZ UNSURLARINDAN"
Kararda, din özgürlüğünün, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarından olduğu vurgulandı.
Din özgürlüğünün, herkesin "din veya inancını açığa vurma özgürlüğünü" güvenceye aldığı anlatılan kararda, "Laik bir siyasal sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında, ancak koruması altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi din özgürlüğünün güvencesidir" denildi.
Laikliğin, devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklediği belirtilen kararda, negatif yükümlülüğün, bireylerin din özgürlüğüne, zorunlu nedenler olmadıkça müdahale edilmemesini gerektirdiği kaydedildi. Kararda, pozitif yükümlülüğün ise devletin din özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkanları sağlaması ödevini beraberinde getirdiği bildirildi.
Anayasa'nın 26'ncı maddesi bağlamında, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirilmediğine işaret edilen kararda, "Başörtüsü kullanarak dinin açıklanmasının yasaklanabilmesi için başkalarının hak ve özgürlüklerden yararlanmalarının engellendiğini gösteren çok önemli gerekçelere dayanılması gerekir." değerlendirmesine yer verildi.
Dosya kapsamında incelenen belgelere göre, başörtüsü yasağının 2000'li yılların başından itibaren Boğaziçi Üniversitesinde uygulanmaya başladığı belirtilen kararda, yasağın Üniversitede 2009'a kadar devam ettiğine ve birçok protesto gösterisine konu olduğuna dair ulusal basında çok sayıda habere rastlanabildiği anlatıldı.
Kararda, Anayasa Mahkemesinin tüm bu gelişmeleri, başvurucunun derece mahkemelerindeki yargılamalar esnasındaki durumunu ve ilk derece mahkemesinin başvurucu lehindeki değerlendirmelerini bir bütün olarak ele aldığında başörtüsü yasağının başvurucuya uygulandığı kanaatine ulaştığı kaydedildi.
Somut olayda başvurucunun dini inancı gereği taktığı başörtüsüne sınırlama getiren kamu gücü işlem ve eylemlerinin başvurucunun dinini açığa vurma hakkına bir müdahale teşkil ettiği bildirildi.
Müdahalenin Anayasa'nın 13'üncü maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa'nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk kriterlerini sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerektiği aktarılan kararda, Anayasa'nın 24'üncü maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmasının zorunlu olduğu ifade edildi.
Başvurucunun din ve inanç özgürlüğünü sınırlandıran, Anayasa'nın 13'üncü maddesinin aradığı anlamda kamu gücünü kullanan organların keyfi davranışlarının önüne geçen ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak, erişilebilir, öngörülebilir ve kesin nitelikte bir kanun hükmünün bulunmadığının anlaşıldığı belirtilen kararda, şu tespitlerde bulunuldu:
"Öğrencilerin üniversite eğitimlerini başları açık olarak sürdürmeleri gerektiğine dair kanuni bir sınırlama bulunmamaktadır. Gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Leyla Şahin kararı ve gerekse de AİHM'in dayandığı ve Türkiye'de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanın dayanağı haline gelen Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararları, Anayasa'nın 13'üncü maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin hükümde yer alan kanunilik şartını taşıyan kurallar olarak kabul edilemez.
Somut olayda başvurucuyu, başörtüsü kullanması nedeniyle üniversiteye devam etmesini engelleme şeklinde gerçekleşen din özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 24'üncü maddesinde güvence altına alınan din özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir."
EĞİTİM HAKKININ İHLALİ
Anayasa'nın 42'nci maddesinde kimsenin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağına yer verildiği belirtilen kararda, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında eğitim hakkının ilk, orta ve yükseköğrenim seviyelerini kapsadığına, eğitim kurumlarına etkili bir biçimde erişimin sağlanmasını güvence altına aldığına ve kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını engellememe şeklinde negatif ödev yüklediğine hükmettiği hatırlatıldı.
Eğitim kurumlarını düzenleyen kuralların, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre değişiklik gösterebileceği anlatılan kararda, bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtildi.
Bu kapsamda eğitim hakkının, esas itibarıyla kurallara uyulmasını sağlamak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dahil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemeyeceği ifade edilen kararda, şunlar kaydedildi:
"Şüphesiz disiplin cezaları, gerek öğrencilerin gelişimini gerekse bir okulun amaçlarına ulaşmasını sağlayacak araçların önemli bir parçasıdır. Ancak bu tip tedbirlere başvurmanın demokratik toplum düzeninin gereklerinden olduğu açıkça ortaya konulmalı ve uygulama, Anayasa'da yer alan diğer haklarla ters düşmemelidir. Eğitim hakkının belli bir zamanda mevcut olan eğitim kurumlarına erişimin sağlanmasını güvence altına aldığı gözetildiğinde, başvurucunun başörtüsü yasağı nedeniyle üniversiteye devam edememiş olması eğitim hakkına yönelik bir müdahaledir.
Eğitim hakkına yönelik müdahale konusunda, Anayasa'nın 24'üncü maddesinde korunan din özgürlüğü bağlamındaki şikayetler bakımından müdahalenin kanunilik koşulunun sağlanmaması nedeniyle hak ihlali sonucuna varıldığı dikkate alınarak, başvurucunun Anayasa'nın 42'nci maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının da ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır." (AA)