Kirlilik ile mevsim normallerinin üzerinde seyreden deniz sıcaklığı nedeniyle oluşan ve özellikle Marmara Denizi’nde ekolojik bir yıkıma neden olan müsilajın, Bozcaada açıklarına ulaşması endişeleri arttırdı. Bakanlık acil eylem planı açıklarken, bilim insanlarından gelen ‘Marmara Denizi öldü’ yorumları korkuları arttırdı ve yayılımın boyutu da her geçen gün daha çok merak konusu oldu.
İlkses Gazetesi'nden Çağla Geniş'in haberine göre müsilajın Ege Denizi’ne kadar uzanıp uzanmayacağı yönünde değerlendirmelerde bulunan Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Uğur Sunlu, “Elbette su taşınımları var ama yığın halinde Ege Denizi’ne sarmasını beklemiyoruz. Denizlere mutlaka arıtılmış suları deşarj etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde maalesef deniz salyasını bundan sonra çok daha şiddetli ve geniş alanlarda göreceğiz” ifadelerini kullandı.
AŞIRI ALG ÇOĞALMASI
Müsilajın deniz ortamındaki mikroorganizmaların aşırı artış göstererek ortama salgıladıkları organik bileşikler sonucunda oluştuğunu söyleyen Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Uğur Sunlu, “Marmara Denizi’nde gördüğümüz bu olaya deniz kirliliğinde aşırı alg çoğalması (ötrofikasyon) diyoruz. Dünya denizlerinde son 50-60 yıldır gözlenen bir olay ama iç sularda yani göllerde doğal bir süreç. Bu sürecin oluşması için bazı faktörler var. Birincisi çevresel faktörler; yani su sıcaklığı, yüzey suyu sıcaklığı, güneş ışınlarının fazla olması, dalga ve akıntı hareketleri dediğimiz kavramlar. İkincisi de su ortamında bitkisel organizmaların bulunması. Son olarak da besleyici element miktarının suda artış göstermesi... Bunlar azot, fosfor, silisyum, karbon gibi bitki besinleri. Bunları tıpkı ziraatta kullandığımız gübreler gibi düşünebilirsiniz. Bitkiler yoğun miktarda bu besinlerle bir araya geldiği zaman aşırı çoğalıyorlar ve denizlerde bu gibi olaylar gözleniyor maalesef” dedi.
EGE DENİZİ’NE SIÇRAR MI?
Prof.Dr. Sunlu, diğer denizlerin de tehdit altında olup olmadığı sorusuna ise şöyle yanıt verdi: “Deniz salyası Türkiye’deki denizler için yeni bir durum değil. Örneğin İzmir Körfezi’nde yaklaşık 50 yıldır gözlemliyoruz. İlk kez 1955 yılında rapor edilmiş. Ama ilk kez bu kadar geniş bir alana yayılmış şekilde Marmara Denizi’nde görüyoruz. Bütün denizlerimiz birbiri ile bağlantılı halde. Dolayısıyla denizlerimizde tüm ekosistemlerde olduğu gibi bir etkileşim söz konusu... Ancak deniz salyasının yığın halinde Çanakkale Boğazı’nı geçip Ege Denizi’ne gelmesi beklediğimiz bir olay değil. Çevresel faktörler ve su akıntıları önemli. Bunlar daha çok kıyı ve limanlarda birikmiş durumda. Açık denizlerde başlayıp dalga hareketleri ile kıyıya vuruyorlar sonra da dibe çöküp asıl sorunu orada oluşturuyorlar. Dolayısıyla yığın halinde Ege Denizi’ni sarma gibi bir beklentimiz yok. Ama elbette ki su taşınımları var. Zaten İzmir Körfezi’nde de bunun başka bir boyutunu görüyoruz. Örneğin bazı zamanlarda suyun rengi değişiyor, kahverengi ya da kıpkırmızı olabiliyor. Bunlar da deniz salyasının başka bir türü oluyor.”
KURTULUŞ MÜMKÜN MÜ?
Müsilaj ile mücadele konusunda önemli bilgiler veren Prof.Dr. Sunlu, “Çevresel faktörleri yani suyun sıcaklığını, rüzgar ve akıntıyı kontrol edemeyiz. Doğal sularda canlıların dağılımını da kontrol edemeyiz. Bizim kontrol edebileceğimiz tek bir süreç var o da evsel ve endüstriyel atık suları. Denizlere mutlaka arıtılmış suları deşarj etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde maalesef deniz salyasını bundan sonra çok daha şiddetli ve geniş alanlarda göreceğiz. Bunu denizin kirliliğe karşı göstermiş olduğu bir reaksiyon ve cevap olarak değerlendirebiliriz. Derin su deşarjından ve kanalizasyon sularının direkt denize verilmesinden vazgeçilmesi lazım. Endüstriyel atık sularını mutlaka kontrol etmemiz lazım” ifadelerini kullandı.
UZUN SOLUKLU BİR DURUM
Salya oluşumun balıkçılık faaliyetlerini de olumsuz etkileyeceğini dile getiren Prof.Dr. Sunlu, “Balıklar bu sularda yaşamayı sevmezler. Dolayısıyla sürüler halinde bu alanları terk edecekler. Plajların kullanımı ve su sporlarının yapılması gibi bazı engelleme durumları var. Bu uzun soluklu bir durum. Bugünden yarına büyük bir değişiklik beklemiyoruz maalesef. İzmir Körfezi’nde Büyük Kanal Projesi devreye girdikten sonra 20 yıllık süreçte belli oranlarda su kalitesini iyileştirdik. Aşırı alg çoğalması olayı İzmir Körfezi’nde 2000’li yılların başında her yerinde ve her mevsimde gözlenen bir olaydı. Ama günümüze geldiğimizde tüm tedbirleri almamıza rağmen yılın bir iki ayında bazı problemlerle karşı karşıya kalabiliyoruz” diye konuştu.
DENİZ PATLICANI AVCILIĞININ ETKİSİ
Prof.Dr. Sunlu, “Denizlerin filtresi olarak bilinen deniz patlıcanının yasadışı avlanmasının da salya oluşumuna tetikleyici etkisi var mı?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Deniz ekosistemleri çok nazik ve birçok bileşenden oluşan sistemlerdir. Bu sistemler içerisinde aşırı avcılık ve buna bağlı biyolojik çeşitlilikteki azalma da mutlaka buna bir etkendir. Ama tek başına bundan kaynaklanıyor demek mümkün değil. Çünkü ana etkeni karasal etkilerden kaynaklanan su deşarjlarıdır.”
SORUNUN ANA KAYNAĞI KİRLİLİK
Konuya ilişkin görüşlerini paylaşan Ege Üniversitesi Sualtı Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden Prof.Dr. F. Ozan Düzbastılar ise “Deniz patlıcanı gibi canlılar zeminde yaşıyorlar. Bunlar denizlerin filtresi... Denizdeki mikroorganizmaları süzüyorlar. Deniz patlıcanı ihraç ürünü olduğu için çok fazla avcılığı var ve maalesef yasa dışı avcılık da çok fazla. Ruhsatsız teknelerle dönem dışında da av yapıldığını hep duyuyorum. Dolayısıyla siz bunları çok fazla toplarsanız bu süzme işini kimse yapamaz. Doğrudan bir ilişkisi var diyebilmek için bilimsel çalışma yapmak lazım ama olma ihtimali çok yüksek. Zaten ciddi bir sorun var ve bu sorunun ana kaynağı kirlilik... Aslında 2000’li yıllarda salya vardı. Çanakkale’de dalış yaparken sürekli karşılaşıyordum. Balıkçıların ağlarına takılıyordu. Fakat ilk kez bu kadar arttı. Eğer siz sürekli suyu arıtmadan deşarj yaparsanız deniz bunu ne kadar kaldırabilir? Okyanus akıntıları gibi akıntılar yok bizde” açıklamasında bulundu. (Çağla Geniş/İlkses Gazetesi)