
İzmir'de liste başına yazılmıştı... Çarpıcı Kılıçdaroğlu mesajları!

Gürsel Tekin: 'Hakkımı hepsine haram ediyorum'

Sertel'den CHP'ye 'Beykoz' eleştirisi!

CHP'den kurultay davası öncesi miting!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 10 Eylül akşamı destekçilerine "CHP, majestelerinin muhalefet partisi değildir, olmayacak" ifadeleriyle seslendi.
İstanbul'da on binlerce kişi, 15 Eylül’de görülecek kurultay davasında çıkacak karardan beş gün önce Kadıköy'de meydanındaydı. Yalnızca birkaç gün önce ise partinin İstanbul İl Başkanlığı’na mahkeme tarafından atanan Gürsel Tekin, binaya polis eşliğinde girmişti.
Özgür Özel mikrofonda "Bu meydanı dolduranlar, hedefte olanın bugün CHP değil demokrasi olduğunun, özgürlükler olduğunun, sandık olduğunun farkında" dedi.
Peki mart ayında Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması ve görevden İBB Başkanlığı'ndaki görevinden uzaklaştırılmasıyla başlayan ve CHP'ye kayyum ihtimaline kadar uzanan gelişmeler Türkiye demokrasi tarihinde nereye oturuyor? BBC Türkçe'den Merve Kara-Kaşka derledi.
Türkiye'de çok partili sistemin geçmişi aslında çok kısa.
Kurucu parti CHP'nin 23 yıl süren tek parti yönetiminin ardından halk ilk kez 21 Temmuz 1946'da sandık başına gitti. Seçimleri yüzde 85 oyla CHP kazandı. Ama Demokrat Parti artık siyaset sahnesindeydi.
1950, 54 ve 57 seçimlerini kazanan parti, 27 Mayıs 1960 darbesiyle devrildiğinde, bu Türkiye'nin ne son darbesi ne de son parti kapatma vakası oldu. Aradan geçen 65 yılda özellikle Kürt hareketi ve İslamcı gelenekten gelen partiler kapatma davaları ile karşı karşıya kaldı, liderleri tutuklandı.
O zaman CHP'de yaşanan süreç gerçekten öncekilerden farklı mı?
"Bu ölçekte bir baskı Türkiye tarihinde yok"
BBC News Türkçe'nin konuştuğu bazı uzmanlar gelişmelerin "Türkiye demokrasi tarihi açısından çok kritik bir eşik" teşkil ettiğini savunuyor.
Işık Üniversitesi'nden Doç. Dr. Seda Demiralp "muhalefete yönelik bu ölçekte bir baskı Türkiye'nin -kesintili- demokrasi tarihinde yok" yorumunu yapıyor:
"Ülkenin yarısının oy verdiği bir partinin önde gelen aktörlerinin ve yönetiminin bu derece sıkıştırılması ve bastırılması Türkiye gibi kırılgan bir demokrasi için bile kritik bir seviye teşkil ediyor ve Türkiye'yi hibrit bir rejimden tam otoriter bir rejime geriletme riski taşıyor."
Siyaset bilimci Doç. Dr. Zeynep Gambetti ise gelişmeleri "iktidarın rejimi yeniden dizayn etme emelinde artık son noktaya gelindiğinin işareti" olarak gördüğünü söylüyor.
Ancak herkes aynı fikirde değil.
"Siyaset mühendisliği iddiası makul değil"
İstanbul Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Turgay Yerlikaya, CHP'yi yargıya taşıyanların da partili olduğunu hatırlatarak "siyaset mühendisliği" iddiasının çok makul bir argüman olmadığını savunuyor:
"CHP yüzleştiği bu süreci bir demokrasi mücadelesi olarak kodlayabilir, anlamlandırabilir. Fakat buradaki temel problem şu: Geniş kitleler, CHP'nin kemik kitlesi dışında kalan Türk toplumunun farklı kompozisyonları bunu bir demokrasi mücadelesi olarak yorumluyor mu? Yani kamuoyunda bunun tamamıyla siyaset mühendisliği olduğuna dair duygun bir algı var mı? Bence yok."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP ile ilgili süreçlerde yargıya müdahale edildiği iddialarını reddediyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da CHP ile ilgili davaların parti içinden gelen şikayetlerle başladığını hatırlatarak mahkeme kararlarına saygı duyulması çağrısı yapıyor.
"Gerçekten düşündürücü olan şey yöntem"
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ise gelişmeleri "demokrasinin gerilemesi" olarak nitelerken hukuki çerçeveye dikkat çekiyor: "Şu an geldiğimiz noktada gerçekten düşündürücü olan şey izlenilen yöntem."
Prof. Çarkoğlu'na göre 1946-50 arasında CHP ile Demokrat Parti'nin ileri gelen kadroları, "çok partili bir sistem Türkiye'de yaşayacaksa bunun otonom bir hukuki çerçevesi olması gerektiği konusunda" anlaşmışlardı.
Bu çerçevede, seçimlerin yönetimi ve seçimlere dair ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların çözümü için 1950'de Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kuruldu.
Prof. Çarkoğlu "Şimdi bu yapının bozulduğuna tanık oluyoruz" diyor.
1950'ler örnek olabilir mi?
Sabancı Üniversitesi siyaset bilimi hocalarından Doç. Dr. Berk Esen'e göre CHP'de son dönemde yaşananlara "tek emsal" 1950'lerin ikinci yarısı.
Demokrat Parti, 1954 seçimlerinde oyların yüzde 58.4'ünü aldı. Ancak o dönem uygulanan sistem nedeniyle meclisin yüzde 93'ünü kontrol eder hale geldi.
CHP ise oyların yüzde 35'ini almasına rağmen mecliste yüzde 5.7 ile temsil ediliyordu.
Demokrat Parti'nin parlamento çoğunluğunu, orduyu ve bürokrasiyi kontrol etmek için kullandığını savunan Esen bu süreci şöyle anlatıyor:
"Daha sonra CHP'nin önünü kesmek için giderek basına sansür, akademisyenleri susturma, siyasetçileri yargılama hatta gazetecilerle birlikte tutuklama gibi yöntemlere başvurdu."
Esen'e göre Türkiye'de demokrasi 27 Mayıs darbesinden önce, 1959-60 gibi çökmüştü. Türkiye'de farklı siyasi hareketler 27 Mayıs'a giden süreci farklı yorumlayabiliyor.
Darbenin ardından Demokrat Partili başbakan Adnan Menderes idam edilmesi ise herkes tarafından Türkiye tarihinin kara lekelerinden biri olarak anılıyor.
"Geleneksel olarak kurultaylarda çözülen bölünmüşlük bu kez devam ediyor"
Doç. Dr. Yerlikaya'ya göre CHP'de bugün yaşananlar daha çok 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında partide yaşananlarla benzerlik gösteriyor.
Muhtıranın ardından ordu yönetime el koyarken hükümeti kurma görevini CHP milletvekili Nihat Erim'e verdi.
Genel Başkan İsmet İnönü bu sürece destek verirken o dönem CHP Genel Sekreteri olan Bülent Ecevit karşı çıktı. CHP kurultayında 47 yaşındaki Ecevit'in zaferinin ardından 88 yaşındaki İnönü istifa etti.
Aynı zamanda Yeni Şafak gazetesi yazarı olan Yerlikaya, 15 Eylül'deki duruşmanın konusu olan 2023 kurultayını 1972'deki bu kurultayla kıyaslıyor:
"Herhangi bir hareketin bir partiye evrilmesi ya da bir parti içerisinde başarı kazanması birkaç yolla oluyor. Bunlardan bir tanesi kurultay yoluyla bir değişim talebi ortaya koymak. Başarılı olamazsanız parti yola devam eder, siz partiden ayrılıp kendi parti kurarsanız. Başarılı olursanız partinin sevk ve idaresini siz alırsınız."
Yerlikaya, bunun diğer örnekleri arasında 1946'ya giden süreçte Menderes, Celal Bayar gibi isimlerin CHP'den istifa etmelerini, Erdoğan ve arkadaşlarının Fazilet Partisi'nden ayrılmalarını gösteriyor.
Yerlikaya, CHP'de 2023 seçimlerinde başlayan değişim tartışmasının partiyi fiilen ikiye böldüğünü, 19 Mart'ta başlayan operasyonlarla bunun yeni bir evreye girdiğini söylüyor.
Son gelişmeleri ise partide "geleneksel olarak kurultaylarda çözülen bölünmüşlüklerin" bu kez kurultaya rağmen devam etmesi olarak yorumluyor: "2023 Kasım kongresinde değişimcilerin parti içi mücadelesindeki kazanımı fiili bir durum yaratsa da bitmeyen bir mücadele olarak tarihe geçmiştir."
"Türkiye hep kusurlu bir demokrasiydi"
Türkiye tarihinde demokrasinin kesintiye uğradığı bir diğer dönem 12 Eylül 1980 darbesiydi. Darbe sonrasında dönemin başbakanı Süleyman Demirel'in yanı sıra Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş de siyasetten men edildi.
28 Şubat 1997'deki askeri müdahale ise ülke tarihine post-modern darbe olarak geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir şiir nedeniyle İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde dört ay hapis yatması da bu süreçte yaşandı.
Esen, "Türkiye hep kusurlu bir demokrasiydi. Yani demokratik kurumları zayıftı. Temel hak ve özgürlükler çok sınırlıydı ama siyasi partiler arasında bir rekabet gerçekleşebiliyordu" diyor.
Bugünkü siyasi sistemi ise "seçimli otoriterlik" olarak tanımlıyor ve seçimler düzenli yapılsa da serbest ve adil koşullarda gerçekleşmediklerini savunuyor:
"Oysa siyasi partilerin kapatıldığı 1990'lı yıllara bakarsak her seçimi farklı bir siyasi parti kazanmış."
"Siyasetin yeniden mühendisliği doğru bir yaklaşım değil, bu çok açık"
Anayasa Mahkemesi, tarihindeki 45 yılda 47 siyasi parti kapatma davasına baktığını söylüyor. Mahkemeye göre bunların 41'i 1982 sonrası açıldı.
Prof. Çarkoğlu kapatılan partilerin farklı isimler altında hemen hemen aynı lider kadrolarıyla geri döndüğüne dikkat çekiyor.
1971'de kapatılan Milli Nizam Partisi'nin yerini 1972'de Milli Selamet Partisi ve ardından 1983'te Refah Partisi aldı. 1980 darbesi sonrası yasaklanan partiler arasında CHP ve MHP de vardı. Ama iki parti de zaman içinde eski isimlerini aldı.
1990'da kurulan ve Kürt siyasi hareketinin ilk partisi kabul edilen Halkın Emek Partisi'ni takip eden çok sayıda parti kapatıldı.
Benzer şekilde 2008 yılında AK Parti'ye karşı da kapatma davası açıldı ama Anayasa Mahkemesi'nde yeterli çoğunluğa ulaşılamadı. Prof. Çarkoğlu, "Bu Türkiye için hayırlı olmuştur" diyor ve ekliyor: "Siyasetin yeniden mühendisliği doğru bir yaklaşım değil. Bu çok açık."
Saadet Partisi'nin kayyuma devredilmesi
Türkiye kongre ve kayyum tartışmalarına da yabancı değil.
Bunlardan biri 2010'da Saadet Partisi'nin kayyuma devredilmesi süreciydi.
O yıl yapılan olağanüstü kongrede, Numan Kurtulmuş genel başkan seçildi.
Milli Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan'ın destekçileri kongrede usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle mahkemeye başvurdu.
Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, partinin kayyuma devredilmesine hükmetti. Kurtulmuş bunun üzerine partiden ayrıldı ve Halkın Sesi Partisi'ni (HAS Parti) kurdu. Parti, Eylül 2012'de AK Parti ile birleşti. Kurtulmuş ve diğer parti üyeleri AK Parti'ye katıldı.
Doç. Dr. Seda Demiralp, Saadet Partisi örneğinin "çok küçük bir partinin iç ihtilafı" olduğunu vurguluyor: "SP, iktidarı tehdit edecek bir durumda değildi, nitekim gerçekleşen müdahale de siyasal sisteminin bütününü değiştirme kapasitesine sahip değildi."
Demiralp bugünkü durumun ise "ülkenin ana muhalefet partisine, hatta birinci partisine yönelmiş durumda" olduğunu hatırlatıyor: "Dolayısıyla hem ölçek hem de demokratik rekabet üzerindeki etkisi açısından çok daha farklı ve daha kritik bir tablo söz konusu."
Devlet Bahçeli: Biz de geçmişte bunları yaşadık
CHP'nin kurultay duruşmasına günler kala MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Sabah gazetesine bir röportaj vererek "Biz de geçmişte bunları yaşadık" dedi. Bahçeli, "Bizden de ayrı bir parti oluştu. Dış müdahalelerle başkaları yön vermeye çalışmamalıdır. Geçmişte bize de benzer bir müdahaleye yapmaya çalıştılar ama Allah'a şükür netice alamadılar" diye ekledi.
MHP'de, 19 Haziran 2016'da Devlet Bahçeli'ye muhalif üyeler olağanüstü kurultay düzenledi. Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, 2017'de bunun iptaline karar verdi.
Davada genel başkan adayları Meral Akşener, Sinan Oğan, Koray Aydın ve Ümit Özdağ lehine karar çıkması durumunda yeniden olağanüstü kurultay hazırlığı gündeme gelebilecekti.
MHP'den ihraç edilen Şener ve Oğan, kararın siyasi olduğunu ve iktidarın etkisiyle verildiğini savundu. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın'a göre ise yargı sürecinin amacı "MHP'yi ya yok etmek ya da teslim almaktı, bu karar buna da set çekmiş oldu."
Akşener ve partide onu destekleyen isimler daha sonra MHP'den ayrılarak İYİ Parti'yi kurdu.
"OHAL'den bu yana kayyum normalleştirildi"
Türkiye'nin yakın tarihinde kayyumlarla en çok tecrübesi olan siyasi oluşum ise Kürt hareketi. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üçüncü oldu.
Parti, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde oyların yüzde 13,12'sini alarak 80 milletvekili çıkarttı. Bu, Kürt siyasi hareketinin o güne kadarki en büyük siyasi başarısıydı.
Ancak Demirtaş dahil partinin önde gelen isimleri 2016'da tutuklandı.
Aynı yıl HDP'nin 95 belediyesine kayyum atandı. 2019'da HDP'nin kazandığı Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındı. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sonra artık DEM Parti adını kullanan partinin yine çok sayıda il ve ilçe belediyesine kayyum atandı.
Doç. Dr. Zeynep Gambetti, 2016'daki OHAL'den bu yana polisin parti merkezlerine müdahale etmesi ve belediyelerin kayyum yoluyla gasp edilmesi normalleştirildi" diyor. Gambetti'ye göre şimdi CHP "bugüne kadar Kürt veya radikal sol muhaliflerin gördüğü muameleye tabi tutuluyor."
"Demokrasi mücadelesi değil kim daha çok CHP'li tartışması"
Doç. Dr. Yerlikaya, CHP'de yaşananlarla ilgili "Bu bir demokrasi mücadelesi değil; bu kimin daha fazla CHP'li olduğunun mücadelesi" diyor.
15 Eylül'de mutlak butlan kararı çıkması halinde 2023 kurultayında Özgür Özel'e karşı liderlik yarışını kaybeden Kılıçdaroğlu tekrar partinin başına geçebilir.
Kılıçdaroğlu bununla ilgili şimdiye kadar konuşmadı.
Özel ise Kılıçdaroğlu'na çağrıda bulunarak "CHP'nin yargı eliyle dizayn edilmesine karşı en önemli güvencenin kendisinin olduğunu açıklaması çok kıymetli olur" dedi.
Yerlikaya, Kılıçdaroğlu için "Bu sürecin bir demokrasi mücadelesi olduğunu düşünse o cepheye bütün teçhizatını yığmaz mı?" diyor.
Kılıçdaroğlu'nun parti içinde desteği olduğunu vurgulayarak "bunun gerçekten bir demokrasi mücadelesi olup olmadığıyla ilgili CHP'nin içinde de bir tartışma var" diyor ve ekliyor:
"Eğer tartışmayı kendi içlerinde sonuçlandırabilir ve sonlandırabilirlerse bunun dışında kalan geniş kitleleri de kendi argümanlarına ikna edebilirler.
Aksi taktirde siyaset mühendisliği argümanının ikna kabiliyeti her geçen gün azalır ve bu durum da CHP'yi geniş kitleler açısından cazibe merkezi olmaktan alıkoyar."
"Belarus, Azerbaycan, Rusya... Türkiye böyle bir yola girdi"
Doç. Dr. Berk Esen ise mutlak butlan kararı çıkması halinde CHP yönetiminin değişmesinin etkilerinin partinin iç dengelerinin çok ötesinde olacağı görüşünde.
Esen böyle bir durumda, mesela iktidarın altı ay içinde erken seçime gitmesi halinde CHP'nin "efektif anlamda muhalefet saflarında yer almasının" bile tartışmaya açılacağını söylüyor.
Bunun sonucunda Türkiye'nin Belarus, Azerbaycan ve Rusya gibi "otoriter rejimlere" benzeyebileceği yorumunu yapıyor:
"Oralarda da seçimler düzenli olarak yapılıyor. Yani Putin ya da İlham Aliyev hiçbir seçimi iptal etmiyor. Ama bu ülkelerde seçimler anlamlı bir rekabete tanık olmuyor. Muhalefet partilerinin ve adaylarının seçim kazanma ihtimali yok denecek kadar az. Türkiye böyle bir yola girmiş durumda."
Türkiye'de iktidar cephesi CHP'ye müdahale edildiği iddialarını reddediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 8 Eylül'de "Ana muhalefetin eski ve yeni kadroları arasında kızışan koltuk kavgasının ülkenin kazanımlarına zarar vermesine eyvallah demeyeceğiz" dedi.
"Bağırsalar da çağırsalar da adaletin tecellisine mani olamayacaklar" diyen Erdoğan Türkiye'de kimsenin hukukun "kapsama alanı dışında" olmadığını söyledi.