Afrika kökenli Yalçın Yanık, 62 yaşında. Aydın doğumlu olan Yanık, yaklaşık 45 yıldır ailesiyle birlikte İzmir’de yaşıyor. Yanık, mültecilerin yanı sıra yerli kent yoksullarının da yaşadığı Basmane bölgesindeki atölyesinde hem unutulmaya yüz tutmuş mesleklerden dericiliği hem de insanlığı yaşatıyor.
İlkses Gazetesi'nden Çağla Geniş'in haberine göre meslek öğrenmek için geldiği kentte deri işinde ustalaşan ve emekli olmasına rağmen çalışmayı sürdüren Yanık, yardımseverlerden aldığı destekle bölgedeki muhtaç kişilere ulaşarak ihtiyaçlarını gideriyor. Adeta bir ‘iyilik kurumu’ gibi çalışan ve gelen yardımların yanı sıra gelirinin bir kısmını da ihtiyaç sahipleri için kullanan Yanık, “Paylaşma ve dayanışma çok önemli şeyler. Biz büyüklerimizden böyle öğrendik. Kimiyle ekmeğimizi paylaşıyoruz, kimine iş buluyoruz. Bundan daha güzel bir şey yok” diyor.
46 YILDIR DERİCİLİK YAPIYOR
Çiftçi bir ailenin çocuğu olan 62 yaşındaki Yanık, 15 yaşına kadar Aydın’da yaşadığını daha sonra meslek örenmek için İzmir’e geldiğini belirterek, “1976 yılından beri İzmir’de dericilik üzerine çalışıyorum. Köyden bir tanıdığımız bu işte çalışıyordu, yanına çağırdı ‘Meslek sahibi ol’ dedi. O şekilde Aydın’dan ayrıldım. İlk olarak 7-8 yıl Kemeraltı’nda çalıştım. Hiç bilmiyordum, ustalarımdan işin inceliklerini öğrendim. Eskiden çalışma formatı çok farklıydı. Ustalar kendi içinde ayrılıyordu. Örneğin bir deri ceketin kol takan ayrı bir ustası vardı. Herkes aynı işi yapabiliyordu ama ayrı görevleri vardı. Ayakçı olarak başladım ama mesleğe dair her şeyi öğrendim. Emekli oldum ama Basmane’de küçük bir atölyem var. Hala çalışmaya devam ediyorum” dedi.
ÇIRAK BULAMIYORUZ
Unutulmaya yüz tutan dericilik mesleğinde yetiştirmek için çırak bulamadığından yakınan Yanık, “Eskiden deri işinin çok ayrı bir özelliği vardı. İşçilik farklıydı, özel siparişler vardı. İnsanlar deri ceket giydikleri zaman kendilerini zengin hissederlerdi. Kadınlar eşlerinden hep deri ceket isterdi. Çankaya’da eskiden büyük dericiler vardı. 80 sonrası serbest piyasa ekonomisiyle birlikte deri sektörü nitelik değiştirdi. Eskiden çok özel mağazalar vardı, yurtdışına ihracat yapılırdı. Grup çalışırdık; 3-4 makine, tezgah ve çırak olurdu. Beraber üretip, beraber paylaşırdık. Fakat 80’li yıllardan sonra parça başı sistemine geçildi. Avrupa’dan sürekli deri siparişleri geliyordu. O dönem 17 saat çalıştığımız günleri biliyorum. İnsanlar tuvalete bile gidemiyordu. Ne kadar iş üretirsen o kadar fazla para kazanıyordun. Maliyetler artınca ihracat fiyatları yükseldi. Avrupa bizden uzaklaşıp Çin ve Pakistan’a yöneldi. 95’li yıllardan sonra Türkiye’de bavul ticareti başladı. Bir süre sonra ihracat bitince emekçiler kıyıma uğradı. Rusya, kendi atölyelerini kurmaya başladı ve Türkiye’den işçi götürdüler. Bu süreçte zanaatkar mesleği bıraktı. Kimse çırak yetiştiremedi. Pandemiden sonra iyice çöktü zaten. Bir tane çırak bulamazsın! Meslek bitmek üzere. Kimsenin ilgisi de yok. Halbuki dericilik çok önemli bir zanaat. Bildiklerimi öğretmek isterdim. Eskiden işin zanaat kısmı daha ağır basıyordu. Zanaatkar olmadan o işleri yapamazdın zaten” ifadelerini kullandı. Emekli olmasına rağmen mesleğini yapmaya devam eden Yanık, şunları söyledi: “Şimdilerde atölyemde deri çantalar, şapka gibi şeyler dikiyorum. Folklor kıyafetlerinin deri olan kısımlarını dikiyorum. Efe kemeri, çizmeler... Çok zordur onları dikmek, bazen günde sadece 1 tanesini anca yapabilirsiniz.”
GELİP YARDIM İSTİYORLAR
Bölgedeki diğer esnaflar ve vatandaşlarla ilişkisinin çok güçlü olduğunu dile getiren Yanık, “Uzun süre burada olduğum için –rengimin ne kadar avantajı ya da dezavantajı var bilmiyorum ama- sürekli insanlarla ilişki ve iletişim halindeyim. Bulunduğun yerde insanlara sabahları ‘Günaydın’ ya da ‘Hayırlı işler’ diyebilmen gerekiyor. Yalnızca kendini önemsemekle olmuyor. Bu mahallede o kadar ilginç şeylerle karşılaştım ki. Mesela kadınlar geliyor eşiyle yaşadıkları sorunları anlatıyorlar. ‘Sen halledersin’ diyorlar. Çocuğu madde bağımlısı olmuş ya da eşi çalışmıyor... Gelip benden yardım istiyorlar. Biz büyüklerimizden böyle öğrendik. Paylaşma ve dayanışma çok önemli şeylerdir. Kimiyle ekmeğimizi paylaşıyoruz, kimine iş buluyoruz. Aslında bu herkeste olması gereken bir huydur. Bende de bu insani yön fazlasıyla var. Çünkü öyle yetiştim. Örneğin babam köyün en yoksul insanlarından olmasına rağmen akıl sağlığı yerinde olmayanları eve getirir duşunu aldırır, saçını sakalını keser, karnını doyururdu. Biz böyle yetiştik” dedi.
PAYLAŞMAKTAN DAHA GÜZELİ YOK
Yıllardır yardımseverlerden aldığı destekle bölgedeki muhtaç kişilere ulaşarak ihtiyaçlarını gideren Yanık, “Gönüllü insanlarla işbirliği yapıp atölyeyi aynı zamanda bu işler için kullanmaya karar verdik. İhtiyaç sahibi insanlar bir süre sonra burayı bir devlet ya da belediye kurumu zannetmeye başladı. İnsanlık ve dayanışma noktasında çok ilginç olaylar yaşadık. İçimi acıtan, imkanlar ölçüsünde yetemediğim durumlar da yaşadım. Sonrasında hiç aklımdan çıkmayan... Sokaklarda yatan insanların yatağını, yorganını buradan temin ettik. Gittim başkasının evinden kullanmadığı yatağı aldım, yatağı olmayan bir insanın altına serdim. Çünkü insanlar kış günü beton ya da kartonun üstünde yatıyorlardı. Yakınlarım, dostlarım, bir şekilde beni tanıyan insanlar bazen destek yolluyorlar insanlara ulaştırmam için. Buradaki insanlar yok sayılıyor, görmezden geliniyor. Yeryüzündeki su, toprak, ekmek, buğday herkese yeter. Herkes için bunları talep etmek ve mücadele yürütmek lazım. Biraz empati gerekiyor. Az da olsa, çok da olsa paylaşalım. Bundan daha güzel bir şey yok” sözleriyle dayanışmanın önemine vurgu yaptı. (Çağla Geniş / İlkses Gazetesi)