Gizem TABAN/GERÇEKİZMİR - İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Türkiye Tanıtım Araştırma Demokrasi ve Laik Oluşum Vakfı (TÜLOV) işbirliğiyle düzenlenen ‘İşgalden Kurtuluşa İzmir’ Paneli Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde gerçekleşti.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Muğla Eski Milletvekili Nurettin Demir’in Moderatörlüğünü yaptığı organizasyonda CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, Tarihçi Prof. Dr. Kemal Arı ve Tarihçi Dr. Derya Genç Acar konuşmacı olarak yer aldı.
Programa, CHP İzmir İl Başkanı Deniz Yücel, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, CHP İzmir Milletvekilleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı Aziz Kocaoğlu, CHP’li belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, partililer, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve TÜLOV Vakfı Genel Başkanı Aytekin Tunus katıldı. İzmir’in düşman işgalinden kurtuluş sürecini konu alan panelde zeybek ekibi gösterisinin yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sevdiği ve İzmir’i içeren şarkılar da seslendirildi. Programda konuşma yapan CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer önemli mesajlar verdi. İktidarı hedef alan Özel ve Ağbaba, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı da eleştirdi.
SOYER’DEN ‘İZMİR RUHU’ VURGUSU
İzmir’in, ülkenin kurtuluş mücadelesindeki rolünün önemine vurgu yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Yüzyıl önce ülkemizin kurtuluşuna sükun eden sürece nasıl gelindiğini tarihin rehberliği ışığında bugün bir kez daha hatırlayacağız. Bu vesileyle, değerli insanları bu panelde bir araya getirdiği için TÜLOV’a şükranlarımı sunuyorum. Dönemin emperyalist devletleri Anadolu’yu paylaşmak ve özgürlüğümüzü vesayet altına almak istemişti. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaliyle birlikte ilk kurşunu atarak şehit olan Hasan Tahsin’in cesareti ve kararlılığı Anadolu’nun her tarafında kısa bir süre içerisinde büyük bir direnişe dönüşmüştü. Gazi Mustafa Kemal’in ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir’ sözü, bu direnişi bir zaferle nihayete kavuşturacak son kavşağa sokmuş, büyük taarruz ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşuyla büyük bir destana dönüşmüştür. Sadece kendi tarihimiz değil dünya tarihi açısından bakıldığında emperyalizme karşı dünyanın en önemli direniş hikayelerinden biri olan bu mücadele İzmir’den başlayıp Anadolu’ya yayılmış ve yine İzmir’in kurtuluşuyla zaferle sonuçlanmıştır. Bu sebeple İzmir, Anadolu’nun işgalden kurtuluşuna, kurtuluştan yeniden kuruluşuna giden sürecin hep kalbinde yer almıştır. İzmir’in bu pozisyonu asla tesadüf değildir. Çünkü İzmir, tarihsel kökleri itibariyle farklı kültürlerin bir arada yaşadığı, farklı fikirlerin özgürce ifade edildiği ve bu sayede demokrasi kavramını doğuran coğrafyadır. Demokrasinin özünde özgür yaşama iradesi vardır. İzmir bugün halen köklerinden beslendiği bu özü koruyor. Hedefimiz, tarihimizden aldığımız referansla ülkemizin her tarafına bu anlayışın yayılmasına öncülük etmektir. Bugün bu ruha, bu öze sadece İzmir’in değil, Türkiye’mizin tamamının çok ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Nasıl ki kurtuluş mücadelemizde farklılıkları, ayrışmanın değil bütünleşmenin, tek vücut olmanın gücü haline getirdiysek, bugün de ülkemizde yaşanan tüm sorunların tek çözümünün bu özü yakalamak olduğunun farkındayız. Bu duygu ve düşüncelerle, yaşadığımız topraklarda hür olmamızı sağlayan başta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtuluş mücadelemizin tüm şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum” diye konuştu.
LAİKLİĞİN ÖNEMİNİ VURGULAMADA BİR ADIM GERİDE KALMIŞ OLABİLİRİZ
Konuşmasında iktidara eleştirilerde bulunan TBMM CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel şunları söyledi: Benim için çok heyecan verici bir toplantı. Manisa’da böyle bir imkan yok. Biz eşimle bu salona Cuma akşamları konser dinlemeye geliyoruz, İzmir’imizle gurur duyarak. Biz buraya TÜLOV’a güç vermeye geldik. TÜLOV’un tanıtım gibi bir görevi var ama isminin sonundaki ‘LOV’ laik oluşum vakfı. Böyle bir şeye ihtiyaç var. Zaman zaman Türkiye’de çok istismar edilen alanlar oldu ve belki de biz laikliğin önemini vurgulamada bazen hep beraber bir adım geride kalmış olabiliriz. Bu özeleştiriyi de yapmak lazım. Aslında bu özeleştiriyi 15 Temmuz darbesinin gecesinde, liyakata değil de sadakata önem verilen bir grup veya Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle en çok çelişen bir husus, yani hiçbir zümreye ayrıcalık tanınmaz denirken, bir zümreden ya da cemaatten değilsen devlette bir yere gelinemediği bir dönemde, liayakat terk edilip de F16’lara bir cemaat, tanklara bir cemaat, ordunun bir tarafına bir cemaat, polisin bir çok yerine bir cemaat, adliyeye bir cemaat yerleştirilmişken, aslında 15 Temmuz gecesi sığınakta herkesinin aklına laikliğin ne kadar önemli bir mesele olduğu dank etmişti. Sonra dank edilen kafalar başka türlü çalışmaya ve eski hataları tekrar etmeye, belki de çok daha tehlikelilerini yapmaya geldiler ama o iş bizim işimiz değil. Bizim işimiz; Cumhuriyet’i var eden bütün değerler, Cumhuriyet’in tüm ana kolonları kadar önemli, belki hepsinden biraz daha önemli olacaksa bugüne dair o laiklik meselesi bir şeyleri vurgulamak, bir şeyleri konuşmak için böyle bir vakfın yeninde güçlendirilmesinde Nurettin Hocamız bize bir çağrı yaptı ve biz de vakfın yönetim kuruluna girdik. Belki siyaset bittikten sonra buralarda daha çok uğraşırız ama bunun için buradayız.”
İLK MECLİSİ ANLATTI İKTİDARI ELEŞTİRDİ
Türkiye Cumhuriyet’inin ilk meclisinden bahseden Özel, geçtiğimiz yıl TBMM’de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile arasında geçen tartışmaya da değindi. CHP’li Özel konuşmasını şöyle sürdürdü: “İlk meclisi son meclisten ayıran en çok ne ayırır derseniz; en çok tahammül ayırır. Geçen sene Aralık ayında bütçe görüşmeleri var, artık bakanlar vatandaşın gözüne bakmadıkları, kendilerini atayan bir kişinin ağzına baktıkları için senede bir kez meclise geliyorlar. Milli Savunma Bakanı meclisteydi, bir önceki görevi Genel Kurmay Başkanı olma sıfatıyla ordaydı. Ben ona kürsüden bütçe ruhuna uygun olarak, bütçe bir hesap verme yeridir bakanlar için… Ona bir şeyler söyledim, o da bana bir şeyler söyledi, yeniden ben onun söylediğinden fazla bir şeyler söyledim ve Türkiye’de ciddi şekilde tartışıldı Hulusi Akar ile bu konuşmamız. Sonra başta Cumhurbaşkanı, tüm bakanlar, yandaş medya beni şöyle eleştirdi; ‘Önümüzdeki günlerde ordumuz Afrin’e bir operasyon yapacak, sen Milli Savunma Bakanı’nı eleştirmek suretiyle ordumuzu güçsüz düşürüyorsun’ diye eleştiriler aldım. Bu eleştirilere boyun eğmedik, elbette püskürttük ama 2018 yılının Aralık ayında bir önceki dönemin Genel Kurmay Başkanı olan aslında üniformayı çıkarmış yerine takım elbiseyi giymiş birisinin eleştiriliyor olması sebebiyle son derece sıkıntılı bir adam olarak görüldüm. İlk meclis nasıldı diye biz dönüp tutanak dergisine bakarız. Ben ilk meclisin tutanaklarına baktım. Birinci mecliste, sanılıyor ki, öyle anlatıyorlar ki CHP zihniyeti falan diye, birinci meclis tabiî ki tek partili meclis diye görülüyor, parti yok zaten o zaman. Ama muhalif bir grup var, bu muhalif grup Atatürk’ü ve daha sonra Cumhuriyet’in kurucu kadroları içerisinde yer alacak herkesi kıyasıya eleştiriyor. Meclis, yetkilerin bir kısmını Başkomutan seçilecek Mustafa Kemal’e devretmeyi tartışıyor, tartışma tanıdık ama bundan 99 sene öncesine gidiyoruz. Atatürk daha tartışmalar başlamadan kalkıyor diyor ki; ‘Bu yetkiyi bütünüyle kabul etmem’ diyor. ‘Kısıtlanarak, 3 ayda bir tekrar gelip buradan yetki alayım’ diyor. Atatürk’ün o günlerde bu açılıma rağmen ve bu nabzı çok iyi tutmasına rağmen örneğin Mersin Mebusu Selahattin Bey çıkmış demiş ki; ‘Başkomutanlık tabiri doğru bir tabir değildir, mademki Başkomutanlık yüce meclisin manevi şahsiyetinde gizlidir, bir kısmı da bana aittir. Ben bu yetkiyi böyle vermem, Mustafa Kemal yetkileri kullansın ama kullandığı yetkinin adı Başkumandan Vekilliği olsun, Başkumandan meclis olsun.’ Önemli miktarda Mebus bunu alkışlıyor. Edirne Mebusu Şeref Bey çıkıyor diyor ki; ‘Tarih tekerrürden ibarettir beyler. Acaba biz şuan kendi elimizle kendi Napolyon’umuzu mu yapıyoruz’ diyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor, yetkileri nasıl kullanacağı ile ilgili, meclisin açık tutulup düzenli olarak nasıl bilgi verileceği ile ilgili konuşma yapıyor. Daha sonra kürsüye çıkan Bolu Mebusu Tunalı Hilmi Bey çok sert bir konuşma hazırladığını ancak ‘Mustafa Kemal’in meclise yönelik saygılı dilinin, yetkileri kullanırken meclisi nasıl bilgilendireceğinin, yeniden oylama için buraya geleceğinin ve oylama tamamlanmaksızın yetkileri kullanmayacağının ifadesi benim için yeterli olmuştur’ diye çekiliyor. Sonra Eskişehir Mebusu Emir Bey de son sözü kullanıyor, diyor ki; ‘Memleketi Yunan’dan kurtarıp böyle bir müddet için kendisini diktatör olarak faaliyet etmek istese de buna hakkı vardır, benim de kendisine güvenim vardır’ diyor. Buna karşı sıralardan ‘Ne diktatörü, niye böyle bir yetki verelim’ şeklindeki itirazlar arasında oylama yapılıyor ve 160 üzeri oy Başkumandanlık yetkisinin verilmesinde, 13 tane de karşı oy çıkıyor. Ama o 13 kişi daha sonra ne mecliste ne daha sonraki görevlerinde asla ötekileştirmenin, cezalandırmanın tarafı olmuyorlar. Mustafa Kemal ve arkadaşları inanılmaz derecede eleştiriye tahammüllü. Bu niye diye baktığınızda, birçok tarihçi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının İngiltere’yi, Fransa’yı ve Osmanlı’yı çok yakından karşılaştırabildiklerini ve İngiltere ve Fransa’yı kurtaranın, Osmanlı’yı da batıranın aynı şey olduğunu, onların imdadına kuvvetler ayrılığının yetiştiğini, Osmanlı’nın ise kuvvetler ayrılığını sağlayamadan büyük bir türbülansın içine girdiklerini ve bu sıkıntıları o yüzden yaşadıklarını biliyorlar. Atatürk, John Locke, Montesquieu okur ve okuduğu kitapların kenarına notlar alır. Aldığı notlarda; kuvvetler ayrılığına, ifade özgürlüğüne ve müzakerelerin mümkün olduğu kadar sınırlanmamasına işaret eder. Atatürk’ün yönettiği veya hükümeti temsil ettiği meclislerin tamamında kifayeti müzakere… Yani parlamentoların genel uygulaması şöyledir; ya konuşmacı sayısını sınırlarsın ya konuşmacının süresini sınırlarsın. İkisinin birden sınırlandığı nadir meclislerden biridir bizimkisi. Hem sayı hem süre sınırlıdır. Muhalefet bir şeyi engel olmak istediğinde sınırsız süre konuşma hakkı yoktur, komisyonlarda vardır ama mecliste yok. Konuşmacını sayısının sınırlanmadığı meclislerde, ki süre sınırlıdır, bizde de ilk meclis öyleydi. Kifayeti müzakere önergesi diye bir şey vardır, belli sayıda konuşmacıdan sonra ‘yeteri kadar tartışıldı’ önergeleri geliyor. Gazi Mustafa Kemal yönettiği meclislerde bunu mümkün olduğu kadar geç gündeme alır, hükümeti temsil ettiği zamanda da hep aleyhinde rey kullanmıştır. Yani tartışma ne kadar uzatılırsa uzatılsın, top sesleri geliyor Polatlı’dan amiyane tabirle, kendisi savaşı yönetiyor, kurtuluşu yönetiyor, kuruluşu tasarlıyor ve tutanaklara baktığında akıl almaz iftiralara hakaretlere karşı birileri ‘yeter artık, paşanın işi var gitsin’ diyor ama Mustafa Kemal kifayeti müzakere önergesine ret oyu kullanıyor. Böyle bir erdeme sahip…”
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A VE HÜKÜMETE SALVO
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve merkeze hükümete eleştirilerde bulunan CHP’li Özel, “Recep Tayyip Erdoğan, 2008, 2009 yılında ‘Milletime 200 yıldır istikametle dayatıyorlar’ dedi. Aklına geldikçe de hala söylüyor. 200 yıl geriye gidiyorsun, senedi ittifak; Osmanlı’da imzalanan ilk batılılaşma, ilk demokrasiye geçiş, padişahın yetkilerinin ilk kısıtlandığı belge. Bugün ülkeyi yöneten adam ‘Milletime 200 yıldır istikametle dayatıyorlar’ diye o belgeyi isyan ediyor. İşte bu yüzden rejime kast eden 16 Nisan Anayasası’nda ‘Bütçe parlamentodan geçmezse de hükümet düşmez, bir önceki senenin bütçesine yeniden değerleme oranı uygulanır, Cumhurbaşkanı kullanır’ ilkesini getirdiler. Gensoru hakkı dünya parlamentolarında 16, 17. Yüzyılın başıdır bizde 1908 Meclis-i Mebusan’da gelmiştir, gensoru; bakana soru sorma gerekçesi, son Anayasa değişikliğinde ortadan kaldırılmıştır. Sözlü soru, 1908’in kazanımıdır, karşılıklı hesaba çekmedir, son Anayasa değişikliğinde ortadan kaldırılmıştır. Fransız Devrimi’nden itibaren bakanlar, meclise karşı yönetecekleri icrada olanları güven oyuna sunmaktadır, biz de bakanlar son Anayasa değişikliğinden beri güven oyu almamakta, meclis kürsüsünü emaneten, sadece yemin etmek için kullanmaktadırlar. 1200’lerden başlayan parlamentoculuk geleneği, biz de pek çok sebepten dolayı 1808’de başlıyor, gerçek anlamda bir parlamentoya 1908’de kavuşabiliyoruz, 1921’de bir Anayasamız, 1924’te eksiklikleri varsa ortadan kaldıran gerçek bir Anayasamız, kuvvetler ayrılığının gerçekten oturduğu bir Anayasa’ya 1960’ta ancak ulaşabiliyoruz. Bu kadar kazanımın yanında 17 yıllık bir iktidarın sonunda bırakın Cumhuriyet kazanımlarını, insanlığın demokrasiyle ilgili kazanımlarını tartışmaya açan bir anlayış. Bugün Türkiye’de yazılı bir Anayasa var, 16 Nisan’dan itibaren meşruiyeti tartışmalı, referandumun öncesi ve sonrasıyla bir Anayasa var ama o Anayasa’nın sonucunda kuvvetler ayrılığı yok. Bütün kuvvetler bir yerde toplanmış durumda, bu yüzden Türkiye son seçimden beri, Erdoğan’a Anayasa yaptıkları için, Erdoğan’ın üzerine diktikleri kıyafet 1 yıl sonra ona da bol bazı yeri ona da dar geldiği için bugün ülke yönetilemiyor. Büyük bir yönetim kriziyle karşı karşıyayız. Dönüp baktığınızda Montesquieu’yu okuyup notlar alan adam, milli mücadele sırasında meclise gelip hesap veriyor, eleştirileri dinliyor, kimseyi söylediği sözlerden dolayı asla cezalandırmıyor. Öbür tarafta eski tarafsız Cumhurbaşkanı’na tanınmış bir haktan yararlanıp son 1 yılda 78 bin kişiye dava açmış bir diktatörle boğuşuyoruz” ifadelerini kullandı.
CHP’Lİ AĞBABA: TÜRKİYE BUGÜN BİR MISIR, SURİYE DEĞİLSE BUNU ATATÜRK’E BORÇLUYUZ!
Cumhuriyet döneminde yapılan faaliyetleri anlatan CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ise, şöyle konuştu: Karşımızda yeni bir tarih yazmaya çalışan siyasi bir anlayış var. Bizim Cumhuriyet tarihimizi de önemsizleştirmeye, değersizleştirmeye çalışıyor. Türkiye’nin birçoğu tarihi aslında okuyarak değil, daha çok dinleyerek öğreniyor. Kimden dinliyoruz? En çok konuşan adamdan dinliyoruz. En çok konuşan adam kim? Recep Tayyip Erdoğan… Bugün toplumun önemli bir kısmı Sakarya Meydan Muharebesi’nin olmadığına, İzmir’de düşmanın denize dökülmediğine samimiyetle inanıyor. Çünkü TV’de konuşan adam sürekli bunu anlatıyor, sürekli Cumhuriyet dönemine hakaret ediyor. Bize düşen görev de, Cumhuriyet ne zaman, nasıl kuruldu, neler yapıldı’ bunları anlatmak. Onlar 17 yıllık iktidarlarını ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Onlar iktidara geldiği zaman İzmir’den Ankara’ya iki şeritli yollar vardı. Duble yol yaptılar, bunu çok büyük kahramanlıkmış gibi anlatıyorlar. Doğru duble yol yaptılar ama Cumhuriyet döneminde hangi şartlarda neler yapıldı bunlara bakmak lazım. 1925 yılında Uşak’ta şeker fabrikası kuruluyor, 1926’da Alpullu şeker fabrikası kuruluyor. Hızla fabrikalar kurulmaya başlanıyor. İzmir İktisat Kongresi toplanıyor, kongrede Kırıkkale’de silah ve mühimmat fabrikası kurulması kararı alınıyor. Atatürk’ü eleştiriyorlar ya, açılan fabrikalara biri bakın, Sümerbank, barajlar, silah fabrikalar… Kayseri’de uçak fabrikasının temeli atılıyor, 1934 yılında ilk uçak Kayseri’den Ankara’ya gidiyor, Türkiye toplam 112 tane savaş uçağı üretiyor. Bu şartlarda Türkiye adeta ayağa kalkıyor. Tütün fabrikaları, demir-.çelik g-fabrikaları kuruluyor. O şartlarda demir yolları ikin katına çıkıyor. Eğitimde önemli atılımlar yapılıyor, millet mektepleri açılıyor. 1940’lara kadar binin üzerinde doğu ve batı edebiyatı üzerine kitaplar tercüme ediliyor. Türkiye adeta yoktan var ediliyor. 1938’de Atatürk ölüyor, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı oluyor. İsmet İnönü’nün yönetmiş olduğu tek parti hükümeti, Cumhuriyet dönemi çok fazla eleştiriliyor ama bugün yapılanlarla geçmişte yapılanlara baktığımızda Türkiye o tarihte adeta dünyaya meydan okuyor. Bizimle aynı dönemde kurulan ülkeler var; Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, Katar… Türkiye aslında, sürekli aşağılanan değerlere çok şey borçlu olduğunu görüyor. Türkiye hala her şeye rağmen, her türlü kötü yönetime rağmen, dış emperyalistlere rağmen Türkiye hala Müslüman ülkeler arasında yıldız gibi parlıyor. Bizi o ülkelerden ayıran en büyük özelliğimiz laik ve demokratik Cumhuriyetimiz. Bugün, Türkiye bir Mısır, Suriye, Libya değilse bunu laik ve demokratik Cumhuriyet’e borçluyuz. Bunu, bu toprakların yetiştirmiş olduğu en büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz.”