‘Çocukluğumda bana, ‘Hangi mesleği yapacaksın?’ dediklerinde hep dört mesleği sayardım; avukat, futbolcu, gazeteci ve tiyatrocu’ diyor Ulvi Puğ…
1961 yılında İzmir’in Yeşilyurt semtinde bir gecekondu mahallesinde dünyaya gelmiş. Yugoslav göçmeni bir babayla, Çerkes kökenli bir annenin oğlu…
Hayatı hep mücadeleyle geçmiş. Yıllar, onu en büyük hayali olan avukatlığa taşımış. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş. Gazetecilik hevesini köşe yazılarıyla tatmin etmiş. Tiyatroyla da haşır neşir olmuş hep, oyun metinleri de yazmış, sahnelemelerde de yer almış…
Futbola olan ilgisi hiç geçmemiş. İzmirspor’da amatör lisanslı futbolcu olmuş önceki yıllarda... Halen de haftada iki gün halı sahada futbol oynuyor.
Bu çok yönlü hayatın değişmeyen tek adresi kitaplar olmuş. Küçük yaşlarda başlayan okuma sevdasını teyzesinin evindeki mini kütüphanede bulunan kitaplarla daha da perçinlemiş. Bu kitap sevgisi onu en sonunda hem kütüphanelere hem de Türkiye’de adını ilklere yazdıran İzmir Milli Kütüphanesi’ne yönlendirmiş…
Yaklaşık 26 yıldır İzmir Milli Kütüphanesi’nde başkanlık görevini üstlenen Puğ, bu değerli hazineyi İzmirliler için koruyor ve geliştiriyor…
Ama hala hem tiyatro hem de futbolla gönül ilişkisi sürüyor. Gazetecilik ilgisini çağın getirisiyle sosyal medyaya yayınladığı yazılarıyla sergiliyor.
Kendi hukuk bürosunda serbest avukatlık yapan Puğ, İzmir Barosu’nda da genç avukatlara ‘hitabet’ dersi veriyor.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kökenli bir aileden gelen Puğ, bu geleneği hayatına da yansıtmış, yıllardır CHP’de siyaset yapıyor.
İzmir Milli Kütüphane Başkanı ve Konak Belediyesi Meclis Üyesi Avukat Ulvi Puğ ile Milli Kütüphaneyi, siyaseti ve hayatını konuştuk.
MİLLİ UNVANINI TAŞIYAN İLK KÜTÜPHANE
Milli Kütüphane’yi kısaca anlatır mısınız? Şu an kaç kitap var kütüphanede?
Türkiye’nin ‘milli’ unvanını taşıyan ilk kütüphanesi. Özel bir kuruluş. 1912 yılında, İzmirli aydınların bir araya gelmesiyle kuruluyor. Kurulumu kurtuluş savaşı, dönemin koşulları nedeniyle geç tamamlanıyor ama Atatürk 3 kere ziyaret etmiş. İkisi inşaat aşamasındayken, üçüncüsü ise tamamlanmış halinde İran Şahı Rıza Behlevi’ye gurur eseri olarak dolaştırmış. Bu ziyaretlerin önemli bir sonucu olmuş. Cumhuriyet’ten sonra milli unvanı taşıyamaz sivil toplum örgütleri. 1936’da Atatürk Bakanlar Kurulu kararıyla milli unvanını resmen tescil ettirmiş. O yüzden milli unvanını taşıyan tek sivil toplum örgütü kütüphanesiyiz. İkinci olarak da; Yazılı ve Basılı Eserleri Derleme diye bir kanun var. Bu kanun gereğince, Türkiye’deki 6 kütüphaneye, ülkede basılan kitap, gazete, dergi gibi basılan ne varsa hepsinin her baskısından birer tane ücretsiz olarak gönderilir. Bu kanundan bir sivil toplum örgütü kütüphanesi olarak yararlanan tek kütüphaneyiz. Bugün 1 milyon 300 bin civarında kitabımız var. Her sene de ortalama 100 bin yeni kitap katılıyor.
1 MİLYON 300 BİN KİTAP VAR
‘1 milyon 300 bin kitap var’ dediniz. Bu kadar kitabı nasıl sığdırıyorsunuz?
Sığmıyor artık. Binaya da yük bindiremeyiz, binayı da korumamız lazım, tarihi bir bina. Yerel yönetimlere biraz da bundan girdik. Belediye Meclisi’ne girerken; çevreme söylediğim 2 öncelikli yapabileceğim şey olduğuydu. Bir tanesi İzmir’e 7 gün 24 saat açık bir kütüphane kazandırmaktı. Atatürkçülüğün başkentinde ilimin bilimin ışığının 7 gün 24 saat yanacağı bir kütüphane olmasın lazım. Konak Belediyesi’yle bayramdan sonra açacağız. Dario Moreno Sokağı’nın başında 7/24 açık bir kütüphane olacak.
YILLIK 19 BİN ZİYARETÇİ
Yıllık kaç ziyaretçi geliyor kütüphaneye? İzmirlilerin milli kütüphaneye ilgisi nasıl?
Geçen sene 19 bin kişi yararlanmış kütüphanemizden. Pandemide kapalı olduğu için boş ama normal zamanda gelseniz ayakta sırada beklersiniz.
HER İZMİRLİ BİR KERE OTURMAK İSTESE 220 YIL BEKLEMESİ GEREKİR
Bina ziyaretçi kapasitesi için yeterli mi peki?
Bizim salonumuz 50-60 kişilik. İzmir’in nüfusu 4 milyon. Her İzmirli bir kere oturmak istese 220 yıl sıra beklemesi gerekir. Onun için bizim çağdaş bir kütüphane kazandırmamız lazım.
ATATÜRK 3 KEZ GELMİŞ, HİÇ GELMEYEN YEREL İDARECİLER VAR!
Kentteki siyasetçilerden ziyaret eden oluyor mu kütüphaneyi?
Atatürk 3 kere gelmiş, İsmet İnönü gelmiş. Süleyman Demirel geldi. Ama bizim yerel siyasetçilerimizden geleni pek görmedik. Atatürk, tüm yoğunluğuna rağmen buraya 3 kere gelmiş ama 200 metre mesafeden gelmeyen idarecilerimiz oluyor. Bu konuda biraz sitemliyim. Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na da söyledim, ilk fırsatta büyük mutlulukla ziyaret edeceğini ifade etti. Belki o gelince milletvekillerimiz de gelirler. Ama bu dönem şanslıyız. Hem Abdül Batur hem Tunç Soyer adaylık süreçlerinde de seçildikten sonra sık sık geldiler. Onların dışında; Çiğli, Gaziemir, Menderes belediye başkanlarımız da sık sık ziyaret ettiler.
İZMİR’E MÜTHİŞ BİR KÜTÜPHANE KAZANDIRACAĞIZ
İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ortak bir çalışmanız, projeniz var mı?
Proje demek doğru olmaz, proje deyince tüm ekonomik alt yapısını oluşturmuş olmak lazım ama Tunç başkanımızla şöyle bir hayalimiz var; İzmir’e 2 buçuk yıl içinde tamamlayacağımız müthiş bir kütüphane kazandıracağız. Milli Kütüphane’yi de onun içine monte edeceğiz. Dünyada eşi benzeri olmayan, çok büyük bir bina olacak. Sadece kütüphane de değil, sosyal alanlarıyla konser salonlarıyla çok güzel bir bina olacak. Bir de şu var; Tunç başkanımız 100. Yıl bayramı kutlamaları için bir danışma kurulu oluşturdu, başkanlığında da ben görev alıyorum. Burada da bizim bir kurtuluş müzesi yapma hayalimiz var. Yüzüncü yıl için benim önerdiğim şeyler vardı; bütün kutlanan milli bayramlar içerisinde en görkemlisi hangisi deyince benim gönül karnemde 10. Yıl vardır. 10. Yıl nutku çıkmış, 10. Yıl marşı çıkmış. O zaman 100. Yıl marşının da İzmir’den çıkması gerekir. Şimdiden onun hazırlıklarını, yarışmalarını yapacağız. 2023’te de bir anıt eser yaptırmamız lazım. Atatürk’ün İzmir’e kütüphaneye ne kadar önem verdiğiniz biliyoruz. Benim bu anıt eser için gönlümden geçen; kütüphanenin önünde müthiş bir Atatürk heykeli... Zaten bir kütüphane yapma kararı aldık, milli kütüphaneyi de içine entegre edeceğiz. Bunu yapabilirsek o zaman bu binayı da el yazmalarımızı değerli kitaplarımızı sergileyeceğimiz bir kitap müzesi ve sosyal etkinlik alanı konumuna getireceğiz. Tabi ki bunların hepsi İzmir’in ortak aklıyla yapılacak şeyler.
BEN BURAYA RUHUN DİYALİZ MAKİNASI DİYORUM
Gün geçtikçe her şey dijitalleşiyor. Bu dijitalleşme kütüphane, kitap okuma kültürünü yok ediyor mu sizce?
Teknolojiyi inkar etmemek lazım. Ancak şöyle söyleyeyim; internetten doçentlik tezinizi yapamazsınız, bilgi kirliliği vardır. Sosyal bilimlerde araştırma yapacaksanız, burada kuruluşundan bu yana gazete-dergi koleksiyonları bulunuyor. Araştırmacılar için kütüphane asla kapanmaz. Kentin arşivi, tarihi bilgiler, el yazmalarımız, çok değerli kaynaklarımız var. Ders çalışmak için gelen gençlerimiz oluyor. Örnekleyeyim; inancınız varsa mabette de namaz kılarsınız evinizde de kılarsınız. Buna benziyor aslında. Yani okuyucu sorunumuz yok. Buranın sessiz, sakin ve büyüleyici bir havası da vardır. Ben ruhun diyaliz makinası diyorum buraya!
NUTUK’U OKUMADAN ATATÜRKÇÜ, KUR’AN’I OKUMADAN MÜSLÜMANIZ
Biraz da siyaset konuşalım. CHP kökenli bir aileden geliyorsunuz. Siyasete yönelmenizde bunun bir etkisi oldu mu? Yani neden CHP?
CHP kökenli bir aileden geliyorum ancak ben attığım her adımı akıl süzgecinden geçiren biriyim. Birinin empoze etmesiyle bir şey yapmam. Biz Nutuk’u okumadan Atatürkçü, Kur’an’ı okumadan Müslüman olabilen bir toplumuz. Ben ikisini de okumayı tercih ettim. Tabi bizim kuşakta ben hep Atatürkçüydüm. Bizim arkadaşlarımız o sol fraksiyonlarda yer alırlarken biz sosyal demokrattık, Atatürkçüydük. Bize böyle yumuşak, yumuşatıcı görüntüsüyle bakarlardı. Yine aynı çizgideyiz çizgimiz hiç değişmedi çünkü ben kalbi ve kafası bir arada çalışarak hareket etmeyi seçen birisiyim. Ben önce insanım, sonra Türk Milleti’nin bir ferdiyim, sonra Atatürkçüyüm, sonra sosyal demokratım, sonra CHP’liyim. Bu erdemleri uygulayabileceğim en iyi parti CHP olduğu için CHP’de siyaset yapıyorum. Topluma hizmet etmek için illa politika şart değil ama köklü sorunların çözümünü üretmek için en iyi mekanizma siyaset mekanizması…
MEVKİ DERDİM YOK!
Önceki dönemde Milletvekilliği aday adaylığı başvurunuz oldu. 31 Mart 2019’da Konak Belediyesi Meclis Üyeliği’ne aday oldunuz ve seçildiniz. Önce genel siyaset, sonra yerel siyasete yöneldiniz. Bu süreçlerden bahsedebilir misiniz?
Uzun yıllardır, okuldan huzurevine, konuşmacı olarak nereye çağrılsam hukuku, adaleti, Atatürkçülüğü anlattım. Gittiğim her yerde, beni dinleyen insanlar ‘sizi keşke parlamentoda görsek’ derdi. Başkanlığını yaptığım İzmir Kent Kültürü ve Gelişimi Platformunda da kent ve ülke siyasetinden çok değerli insanlar var. Onlar da ‘sizin mutlaka İzmir’i temsilen parlamentoya gitmeniz gerekir’ şeklinde konuşurdu. Milli Kütüphane camiası ona keza… Bu taleplerin yoğunlaşmasının ardından Milletvekilliği için başvurduk. Ancak genel merkezimiz yer vermedi. Son süreçte, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in ve Konak Belediye Başkanı Abdül Batur’un kente çok katkısı olacağını, ikisiyle de çok rahat çalışabileceğimi ve belediye meclis üyesi olarak da kentimize yararlı hizmetler yapabileceğimi düşündüğüm için meclis üyeliğine başvurdum. Mevki derdim yok. Kente, halka hizmet etmek istiyorum.
PARLAMENTOYA GİDERSEK BİRİNCİ ÖNCELİĞİMİZ…
Şu an yerelde siyaset yapıyorsunuz. Parlamentoda yer alma isteğiniz sürüyor mu?
Parlamenter sistemin şu an içi boşaltılmış durumda. Bunu şöyle özetleyebilirim; Atatürk’ün saraydan alıp millete emanet ettiği egemenliği biz ne yazık ki milletten alıp saraya verdik. Parlamentoda şu an pek bir şey yapılması mümkün değil. Benim yer alacağım parlamento, parlamenter sistemi Türkiye’ye döndürecek parlamento olması lazım. Ona hizmet etmek için parlamentoda yer almak isterim. Ancak şu an ki tabloda hizmet üretmek istiyorsanız yerelde siyaset yapmak daha mantıklı. Tabi bu sistemin yürümediği aşikar. Bir kere partili Cumhurbaşkanlığı Türk toplumuna uygun bir şey değil. Tarafsız bir Cumhurbaşkanı olması lazım. Bu sistemin değişmesi lazım. Parlamentoya gidersek de birinci önceliğimiz bu olacak. Ama ben parlamentoda da yer almasam, belediye meclis üyesi de olmasam yine kent ve ülke yararına elimden geleni yapmaya devam ederim.
TEBESSÜM ETMEDEN DÜNYANIN ÇEKİLEBİLECEĞİNE İNANMAM
Sosyal medyada sık sık, ülke ve kent gündemine ilişkin fikirlerinizi; yazılarla, fıkralarla uyumlu karikatürlerle sergiliyorsunuz. Siyasi olayları özellikle mizahi yönden ele alıyorsunuz. Aldığınız tepkiler nasıl?
Ben espri yapmadan, tebessüm etmeden dünyanın çekilebileceğine inanmayanlardanım. Türkiye’de yazar oranı arttı ama okur oranı aynı şekilde artmıyor. O nedenle ben okur oranını arttırmaya çalışıyorum. Bir de okuma kolaylığı olsun, en azından fıkrayı okusun sonra da altında verdiğim mesajı okusun. Bazen bir karikatür, bir fıkra da çok şey anlatır. Ben çocukluğumdan beri biriktiririm fıkraları kafamda. Bazen o konuya uygun bir fıkra olmazsa da kendim yazıyorum. Sosyal medyada okuyucularla bir kimya oluşturduk. Biliyorum ki her siyasi partiden okuyanlar var. Eleştirenler de oluyor, ben de eleştirileri için teşekkür ediyorum.
FÖTR ŞAPKAYI CUMHURİYET’İN BİR SEMBOLÜ OLARAK TAŞIYORUM
Son olarak şunu sorayım; Fötr şapkayı başınızdan da yanınızdan da ayırmıyorsunuz. Var mı sizin için özel bir anlamı? Fötr’ün sırrı ne?
Bazı siyasetçilerimiz köye gidince poşu takarlar hemen. Ben köyde de fötr şapkayla dolaşırım. Neysem oyum. Ne gecekonduda doğduğumu gizlerim ne şapka taktığımı. Benim babam o gecekondudan fötr şapkayla çıkardı. Şapkayı hakikaten seviyorum ama Cumhuriyet’in, aydınlığın bir sembolü olarak da taşıyorum.