Gönül isterdi ki, bu cıvıl cıvıl, yüksek enerjili, siyasetin asık değil de güler yüzlü temsilcisi ile kadınları konuşalım. 2019 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nde Sosyalistler, Demokratlar ve Yeşiller Grubu'nun başkan vekili olarak seçilen, bu göreve gelen ilk Türk parlamenter olan Selin Sayek Böke ile kadının dünyadaki yerini, dezavantajlı grupları, anneliği, ülkemizdeki vahim kadın tablosunu, kazanımları ve kaybedişleri, kadın kadına konuşalım.
O da ‘çok isterdim’ dediğine göre; bunu, bir sonraki buluşmamızda gerçekleştireceğiz. Çünkü önceliğimiz farklı. Hem gündemin ağırlığından, hem CHP İzmir Milletvekili olarak, yeniden parti yönetiminde görev almış olmasından…
O artık, CHP’nin Genel Sekreteri. Partisinin tarihinde bu göreve getirilen 3’üncü kadın milletvekili. Ve gündemimiz, ağırlıklı olarak demokrasi, CHP’nin muhalefet görevini yerine getirip getirmediği, bu konuda partisine yapılan eleştiriler ve elbette son bölümde İzmir.
Hazır mısınız?
GÖNÜL SOYOĞUL: Referandum sonrası parti yönetimini eleştirerek genel başkan yardımcılığı ve parti sözcülüğünden istifa ettiniz, Ağustos 2020 itibariyle parti yönetimine geri döndünüz… O dönem “Mevcut yönetim anlayışının parçası olmayı uygun bulmuyorum” demiştiniz, ciddi eleştirileriniz olmuştu. Peki, 3 yıl içerisinde ne değişti de geri döndünüz?
SELİN SAYEK BÖKE: Türkiye’de çok şey değişti…
- Bu cevabı tahmin ettim… (Gülüşmeler)
SELİN SAYEK BÖKE: Bizler siyasetçi olarak esasında birer temsilciyiz. Ve elbette ki temsil ettiğimiz seçmenlerin taleplerinin siyasete yansımasıyla yükümlüyüz. O dönem Türkiye’de rejim değişiyordu ve çok keskin bir tartışma vardı. Ve benim temsil ettiğim seçmenlerin talebi de bu rejim değişikliğine karşı güçlü bir duruş sergilenmesi yönündeydi… Nitekim o dönemdeki itirazım ve bu itirazın somutlanmış hali olan istifa, bu siyasetle örtüşüyordu. Bugün yine bizim temsil ettiğimiz, benim de temsil ettiğim seçmenin Türkiye’deki bu rejim değişikliğini geri döndürmek için, faşizan düzene karşı bir toplumsal ittifakı büyütme gerçeğinde yola çıktığı kanaatindeyim. Dolayısıyla birbirimizin farklılıklarını inkar etmeden ama o farklılıkları bilerek birlikte iş yapmaya dair bir toplumsal talep var. Tam da bu nedenle; elbette hepimizin farklı görüşleri olabilir, bunları tartışacak özgür ortamları mutlaka yaratıyoruz, partimiz de buna çok imkan veren bir kurumsal yapıya sahip… Bu farklılıkları gözeten ama en önemlisi toplumun kurmuş olduğu toplumsal ittifakı benzer bir anlayışla siyasete taşıma yükümlülüğü hissettiğim için buradayım.
- Siyasete girişiniz de, örgütten gelme değilsiniz, Kemal Bey’in çağrısıyla Parti Meclisi’ne girdiniz, genel başkan yardımcısı oldunuz… Şimdi de aradan 3 yıl geçtikten sonra döndünüz ve genel sekreter oldunuz… Parti tarihinin 3.kadın genel sekreteri olmanız da hoş bir detay… Bu bir şans mı? Ne buluyorlar sizde?
SELİN SAYEK BÖKE: Tabi bende ne bulunduğuna dair yanıtı benim vermem mümkün değil…
- Tahminen?
SELİN SAYEK BÖKE: Sadece şunu söyleyebilirim… “Ben ne yapmaya çalışıyorum ve bu nasıl bir siyasi karşılık buluyor?” Bunu kendi deneyimimle aktarmam mümkün… Ben her zaman Cumhuriyet Halk Partili bir kimlik olarak konuşuyorum. Kimi zaman seçmeni oldum, kimi zaman bilim kurulunun bir üyesi, kimi zaman da milletvekili ya da yöneticisi oldum. Ama her zaman Cumhuriyet Halk Partili olarak Türkiye’nin ihtiyaç duyduğum reçetelere dair fikrini söyleyen, fikrin oluşmasına katkıda bulunan aktif roller üstlendim. Bu aktif roller geleneksel siyasi yolculuklarla örtüşmemiş olabilir ama öte yanıyla da o kadar içselleşmiş bir Cumhuriyet Halk Partililikte ve Türkiye mücadelesinde ortaklık var ki aktif siyasete girdiğim günden bugüne kadar, bu inişli-çıkışlı diye tarif ettiğimiz siyasi yolculuğumda her zaman Cumhuriyet Halk Partisi Örgütü’nün çok parçası hissettim… Dolayısıyla hani “Nedir burada bana bunu hissettiren?” derseniz, üretimi birlikte yapmaktan keyif alan bir örgütlü yapı… Bu benim de “Siyaseti nasıl tarif edersiniz?” dediğinizde yapacağım tarif olur zaten… Fikriyle bağlı olan, fikri büyütmek üzere ortak işler üreten… Bu her noktada aslında zemin açtı, yönetimdeyken de yönetimde değilken de, belki de yeniden yönetimdeyken de…
- Peki bu size açılan kapılar, taban politikası yapmayan bir partili olarak, örgütte nasıl karşılanıyor? Yani sonuçta “Ben bu kadar çalışıp çabalıyorum, bir şey olamıyorum ama…” serzenişinde bulunanlar olabilir. Nasıl karşılanıyorsunuz?
SELİN SAYEK BÖKE: Şimdi ki durum yeni bir geliş değil aslında ben hiçbir zaman Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılmadım. Ama yönetim olarak söylüyorsanız ve soru örgütle olan ilişkiye dairse ben bu ilişkide hiçbir zaman bir kabul ediş sorunu var mı-yok mu diye bir şey hissetmedim. Çünkü o kadar doğal bir şekilde bir birliktelik gelişti ki… Onun için “Çok içselleşmiş bir ortak mücadelemiz var” diyorum. Ve hepimiz farklı deneyimler, farklı yolculuklar sonucunda aynı mücadelenin ortağı olduğumuzu çok net görüyoruz Türkiye’de… Bana sorarsanız bugün farklı siyasi partilerin seçmeninin de bir araya gelmesinin temelinde benzer bir şey yatıyor, partiler içinde farklı yollarla siyaset yapanların bu birikimleri birlikte yürütme iradesinin son dönemde artmış olmasında da yatıyor. Faşizan bir düzen olduğu zaman o faşizan düzen karşısında hakikaten birbirimizi büyüten bir şey yapmaya ihtiyaç olduğunun ben Türkiye’de çok içselleştiği kanaatindeyim… Dolayısıyla da örgütle olan ilişkimde ilk dönem diye tarif ettiğiniz dönemle şimdiki dönem arasında hiçbir fark yaşamadım. Ben bir parçasıyım zaten ve her zaman da böyle hissettirildim. Hiç böyle bir kaygım olmadı yani…
- Referandum sonucu ‘hayır’ çıktıktan sonra, parti sözcüsü olarak, “Milyonların iradesine her türlü sahip çıkacağız. Bu amaçla her türlü yaptırımı da masaya yatıracağız. Her türlü derken buna sine-i millet de dahil” dediniz… Hemen ardından da CHP Grupbaşkanvekili Levent Gök’ten sine-i milletin MYK’da benimsenmediği açıklaması geldi. Ve akabinde istifa ettiniz. İki şeyi sormak istiyorum… Öncelikle referandumla ilgili görüşleriniz aynı mı? Bir de iradenin gaspı konusunda partinizin yeterli özeleştiriyi yapıp gerekli siyasi kararlılığı gösterdiğini düşünüyor musunuz?
SELİN SAYEK BÖKE: Bu açıklamanın yapıldığı zaman referandum bitmişti ama meşru olmadığına dair haklı ve güçlü bir kanaat vardı. Dolayısıyla seçmenin haklı talebi bu irade gaspına izin verilmemesi yönündeydi… Ve bana sorarsanız benim siyasi yolculuğumda istifayla sonuçlanan o talep, devamını Türkiye tarihine geçen bir Adalet Yürüyüşü’yle buldu diye düşünüyorum. O yüzden de geriye dönüp baktığımızda, şimdi okuduğumuz yerden, “Bu rejim değişikliğine karşı bir irade konsun” dendiğinde, bu iradeyi her birimiz doğru bulduğumuz şekliyle koyduk diye düşünüyorum. Ve toplumun talep ettiği bir arada duran ilkeler etrafında siyaset talebinin bir somut örneğinin de o Adalet Yürüyüşü olduğunu düşünüyorum. Evet Adalet Yürüyüşü’nün ilk adımlarını ve belki de coşkulu bir yürüyüşe dönüştüren adımları atan Sayın Genel Başkanımızdı… Ama eğer toplumda böyle bir talep olmasaydı ve sonradan o ilk adımların yanına dizilmeye hazır milyonlar olmasaydı böyle bir yürüyüş gerçekleşmezdi. Bu ‘hayır duruşunun, bu meşru olmayan sonucun Türkiye’de kabul edilmemesi yönündeki siyasi seçmen talebinin Adalet Yürüyüşü ve arkasından artık “Peki madem bu rejim değişti ve öngördüğümüz gibi baskı, toplumsal muhalefeti yok gören bir anlayış artıyor o zaman şimdi de demokrasi ittifakında buluşmak gerekir. Nasıl ki Adalet Yürüyüşü’nde gasp edilen adalet karşısında bir arada durduysak şimdi de gasp edilen demokrasi değeri etrafında buluşalım” dendiği kanaatindeyim.
-O dönemde oylarının gasp edildiğini düşünen vatandaşlar ki İzmir’de de sayıları oldukça fazlaydı, büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Sandıkta koydukları iradenin CHP tarafından yeterince savunulamadığını düşündüler… O hayal kırıklığı ve güvensizlik tamir oldu mu sizce?
SELİN SAYEK BÖKE: Ben aşıldığını düşünüyorum. Şöyle aşıldığını düşünüyorum… Her şey birikimli yaşanıyor. Yani toplumun oradaki talebi dediğim gibi çok somut örneğiyle Adalet Yürüyüşü’nü doğurdu. Adalet Yürüyüşü’nden sonrası baskının artmış olması bunun başarıya ulaşması nedeniyle de böyle yaşandı. Ve ardından ‘hayır’ iradesiyle somutlanmış olan, Adalet Yürüyüşü’yle devam ederken, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde miting alanlarının coşkusuyla tezahür eden sonra da yerel seçimlerde güçlü bir toplumsa ittifakla iktidarı değiştirecek gücü demokratik bir şekilde somutlamış olan bir gerçekliği vardı. Burada Cumhuriyet Halk Partisi’nin de özellikle son dönemde demokrasi ilkesi etrafında oluşmuş toplumsal ittifakı bir siyasi iradeye taşıma konusunda atmış olduğu adımların seçime yansımasının böyle bir tamirin göstergesi olduğu inancındayım.
- Referandum öncesi bir röportajınızda, Türkiye’nin hem ekonomide hem siyasette yeni bir hikaye yazması gerektiğini söylemiştiniz. Şartlar daha ağırlaştı ama yeni bir hikaye henüz göremiyoruz muhalefette…
SELİN SAYEK BÖKE: Buna katılmıyorum, şöyle katılmıyorum. Şimdi Türkiye’nin yaşıyor olduğu rejim krizinin bir düzen değişikliği ihtiyacı barındırdığı tespitim hala geçerliliğini koruyor. Hatta dediğiniz gibi daha da derinleşen ve bir kriz olmanın ötesinde bir buhrana dönüşen durum. Salt bir ekonomik kriz, salt bir yönetim krizi değil, toplumsal buhran diye tarif edebileceğimiz bir durum. Çok boyutlu bir kriz hali ve hakiki bir toplumsal bunalım yaşıyoruz. Üstelik eski alışık olduğumuz ekonomik krizlerin yaşandığı bir kriz de değil… Yani bir anda fiyatlar değişti, Türk Lirası değer kaybetti, faiz arttı gibi de değil… Daha istikrarlı ve kendini alıştıra alıştıra yerleştirmiş bir kriz hali… Bütün bunlar bir düzen değişikliğine dair ihtiyacı günden güne daha da belirginleştiriyor. Yani oradaki tahlilimizin hala doğru olduğu kanaatindeyim. “Peki bu düzen değişikliğinin kabaca tarihi nedir?” dediğimizde… Ben bu toplumsal buhranın iki temel ayağı olduğunu düşünüyorum. Elbette alt başlıkları şekilde ama… Bir… Bir kere kamunun kaynaklarını net bir siyasi tercihle halktan yana değil yandaştan yana, gelir yaratan üretici alanlardan yana değil de ranttan yana kullanıldığı bir hoyrat dönem geçirdik. Bir kere bunun değişmesi gerekiyor. Orada kamu yararı gözeten bir biçimde kamunun parasının harcanması gerekiyor. Kamu yararı dediğiniz şey halkın yararını gözetmektir. Bu başlı başına bir düzen değişikliği… Çünkü 18 yıldır iktidar çok net yaptığı bir şey ama aslında 1980’den bu yana ortaya konmuş bir ekonomik çerçeve bu… “Bunun karşısına ne konmalı?” sorusunun yanıtına gelince… Aslında pandemiyle birlikte bütün dünyanın da tartıştığı bir şey oldu bu… Bu düzende bir sıkıntı var! Bir kere kamu yararı gözetmiyor bu. Kar güdüsünün her şeyin önüne geçtiği hatta artık onun dahi denetlenemez, düzenlenemez bir hoyratlığa, vahşiliğe ulaştığı bir yer var. Bütün dünyada daha kamucu bir düzen talep ediyoruz. Bu pandemiyle sağlık alanındaki özelleştirmelere itirazla somutlanıyor. 2008-2009’da mali piyasaların kar güdüsünü her şeyin önüne geçmesinin yarattığı eşitsizliklerde aynı kamucu talep somutlanmıştı. Bana sorarsanız birikerek dünyada ve Türkiye’de daha kamucu bir düzene dair bir zamanlı vurgu oluşmuş vaziyette… Bizim düzen değişikliği diye tarif ettiğimiz de tam o…
-Daha halkçı, daha devletçi…
SELİN SAYEK BÖKE: Evet. Dolayısıyla yeni bir kamu tarif eden bir düzenden bahsediyoruz. Bunun araçları elbette ki tartışılabilir. Ama ne değişmeli? Bu değişmeli. Yerine koyulacak olan ne? Güçlü bir sosyal devlet… Ve güçlü bir sosyal devletten anladığımız şey de halkçılık ilkesiyle hareket eden, kamu yararı gözeterek kaynak kullanmayı seçen, gelir yaratıcı alanları dolayısıyla üretici güçleri önceleyen, bunun içerisinde emeği, çiftçiyi, sanayiyi, KOBİ’yi, esnafı göz önüne alan bir zihniyet değişikliği esasında. Zaten o zaman bu zihniyet oyunun kuralını tam da dediğimiz ilkelere göre koyacaktır. Bunun sonucu olarak da daha eşit paylaşımcı, daha müreffeh olacaktır. İkinci ayağı da demokrasinin yıkımıydı. Türkiye’de bir devlet yıkımı var, sadece bir demokrasi yıkımı değil… Biz bir sosyal devlet kurulmalı derken, yeniden devleti de kuruyor olacağız. Ve o devletin liyakat temelli, herkesin içinde kendini eşit görebileceği ve temsilde de bunun güçlü bir parlamenter demokrasiyle kendini siyasette var ettiği bir bütünü kurmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye temsilde adalet duygusunun yüzde 10 seçim barajı nedeniyle her zaman zayıf olduğu bir yerdi. Bugün seçimler yapılıp kayyumun atandığı yani seçmenin de seçilenin de hakkının gasp edildiği, açıkça demokrasiye darbe yapılan bir yere geldik. Şimdi “Buradan gitmemiz gerek yer neresi?” derseniz o yüzde 10 barajının da olmadığını, güçlendirilmiş bir parlamenter demokrasi dediğimizde temsilde adaletin olduğu, her yurttaşın kendini içinde gördüğü bir değişimden bahsediyoruz.
- Tam da bu noktada en çok sormak istediğim soruya geliyoruz. İktidar sorunu bir kenara artık bir muhalefet sorunu olduğu, CHP’nin muhalefet görevini yerine getiremediği yönünde eleştiriler var. Herhangi bir gelişme sonrası genelde ilk dillendirilenin “İlk seçimde gidiyorlar” tepkisi olduğu, bunun içi boş bir umut pompalama olduğu ve CHP’nin bir planı olmadığı söyleniyor… Yani gitmezlerse ne olacak? Özetle B planınız nedir? Seçim oldu ve yine kazandılar, o zaman plan ne? Neden muhalefetiniz yeterli bulunmuyor?
SELİN SAYEK BÖKE: Çok olağanüstü bir dönemden geçtiğimiz tespitini çok uzun süredir yapıyoruz ve olağanüstü dönemlerin de olağanüstü siyasetler gerektiğini de çok uzun süredir söyleyenlerdeniz. Bir kere şuradan başlayayım, Türkiye’yi yıkan iktidar orada dururken sorumlunun muhalefet olduğunu söylemenin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Elbette ki muhalefetin daha etkin yapabileceği şeyler vardır.
- İktidarın hem ekonomik hem siyasi, tüm kurumların içinin boşaltılması anlamında öyle ciddi bir hasarı olduğunu söylüyorsunuz. Eleştiriler, ‘bu kadar hasara rağmen CHP hala daha yüzde 40 olamıyorsa’ yönünde… Haksızlık derken hani bunu da haksız bulmuyorum açıkçası…
SELİN SAYEK BÖKE: Öncelikle olma hedefindeyiz onu söyleyeyim… Bu arada haksızlık derken yanlış anlaşılmasın böyle bir duygu varsa, siyasetçiye düşen de o duyguyu anlamaktır zaten…Sohbetin başından beri onu söylüyorum, biz sonuçta birilerini temsil ediyoruz. Temsil ettiğimiz ilke bütünü ve seçmenimizin ihtiyaçları ile bize duyurmak istediğini dinlemek ve hatta siyasetimizi buna göre sürekli değerlendirmekle yükümlüyüz. Tam da böyle bir siyasi profil çizdiğimi umuyorum. Yapmaya çalıştığım da bu çünkü… Onun için haksızlık derken duyguyu haksızlık olarak görmüyorum. Yani bazen iktidarın yaşıyor olduğumuz şeyi gözden kaçıracak kadar bu duyguyu pekiştirdiği kanaatindeyim. Kendi üzerinden sorumluluğu atmak üzere sürekli bir düşman yarattığı gibi, sorumlunun hep iktidar olmadığı yönünde bir kamusal baskı da yaratmış durumda… Şöyle bir güncel örnek vereyim. Ben Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde Sosyalist Grup’ta başkanvekilliği yapıyorum.
Siz ilk temsilcisisiniz değil mi?
SELİN SAYEK BÖKE: Sosyalist Grup’ta ilk başkanvekilliği yapan benim…
Sosyalist Grup içindeki bu yönetim görevi pek çok ülkedeki siyasi gelişmeyi yakından takip ve gözlem imkanı veriyor. Dün bizim gruptan bir milletvekilimiz Belçika’da bakan oldu. Sonra grupta yazışmalar olurken, tebrik vs, şu gerçek Belçikalı yol arkadaşlarımız tarafından çok net bir şekilde ortaya kondu. “Bir ittifak yaptık” dediler… “Faşizan bir düzen var, bunu aşırı milliyetçilik duygusu üzerinden suiistimal ederek karşımızda otoriterleşen bir yapı kurulmuş vaziyette… Bu faşizan düzen karşısında sosyalistler, yeşiller, liberaller ve Hıristiyan demokratlar olarak bir ittifak kurduk” dediler. İşte zamanın ruhu bunu çağıyor, aynı sosyal devleti çağırdığı gibi… Aynı şekilde demokrasiye sahip çıkma ya da çıkmama arasında bir çelişki de zamanının ruhunu siyaseten tarif eder hale gelmiş vaziyette… Böyle siyasi görüşleri birbirinden çok farklı olan yapıları bir arada tutan şey bu farklılıkların varlığın devam edebilmesi demokrasi zeminine ihtiyacın olduğuna dair güçlü bir tespitin yapılıyor olması… Aynı durum Türkiye için de geçerli. Dolayısıyla “Bu dönemin olağanüstü koşullarının gerektirdiği olağanüstü siyaset ne?” derseniz Belçika örneğinde olduğu gibi birbirine hiç benzemeyen siyasi partilerin o farklılıkların devam için ihtiyaç duyulan demokrasi zeminine birlikte sahip çıkma hareketi… Cumhuriyet Halk Partisi’nin önderliğini yapıyor olduğu toplumsal muhalefetin siyasi adımları tam da böyle bir ittifakı tarif ediyor. Yerel seçimlerde bizi başarıya götürmüş olan, iktidarın değişebileceği duygusunu yaratan da tam da bu oldu.
Yerel seçimin dinamikleri farklıdır ama…
SELİN SAYEK BÖKE: Elbette farklı ama şimdi tam da o yerel seçimdeki dinamiklerin genel iktidar değişimine bir aracı olabilmesi için yerel iktidarlarımızda yaptığımız işlerin genel iktidar için koyduğumuz vizyonun birer uygulaması olması gerekiyor. Yerel yönetimler şeffaf ve katılımcı olduğu zaman, iktidar değişince ne olur sorusuna yanıt yerelden verdiğimiz zaman, mesele artık yerel dinamikler farklıdır demekten çıkıyor. Veya ikinci yüzyıl için güçlü sosyal kuracağız iddiasını koyuyorsak bugünden var olan yerel iktidarlarımız o güçlü sosyal devleti kurmak zorunda. Yani “kuracağız” demek yetmez, “kuruyoruz” demek gerekir. Tam da bu nedenle İzmir özelinde net gördüğümüz ama bütün Cumhuriyet Halk Partisi belediyelerinde olan sosyal dayanışmanın bir sosyal devlet anlayışıyla bir sosyal politikaya dönüştüğünü görüyoruz. Gücünün olmadığı yerde de toplumsal dayanışmayı büyütecek ve onu bunu toplumsal barışın bir aracı yapacak şekilde de aracı oluyor. Dolayısıyla tüm bunlardan hareketle… “Muhalefet ne yapıyor? İktidar gitsin diye bekliyor mu yoksa onun gitmesine imkan yaratacak siyaseti kuruyor mu?” Bu tarif ettiğim şey iki ayaktan kurulduğunu söylüyor. Bir; bugün Millet İttifakı’yla kendisini var etmiş olan demokratik değerlerde buluşan ittifak… Ama en önemlisi toplumsal ittifak ve bunların siyasi öncülüğünü yapıyor olmak… İkincisi de yerel yönetimlerden uygulamasını yapıyor olmak…
Birliktelik, ittifak sözleriniz üzerinden tam da şu soruya gelmek istiyorum… Selahattin Demirtaş’ın demokrasi cephesi çağrısı, Kemal Bey’in “Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” sözleri… Bunlar güzel söylemler elbet ama sizde hiç demokrasi cephesi tartışılıyor mu? Kendi içinizde değerlendiriliyor mu? Bu konuda ete kemiğe bürünmüş bir çaba var mı?
SELİN SAYEK BÖKE: İki şeyi ayırmak gerek… Şöyle ki, bir… Toplumda var olan ittifak birincil öncelik. Yani yazılacak yeni öyküde toplumun hangi değer bütününde, hangi ilkelerde buluştuğunun bir önemi var. İkincisi de seçmende var olan bu ittifakın bir siyasi iradeye taşınmasıyla ilgili bizim sorumluluğumuz var. Bunlar birbirini besleyen şeyler elbette… Tam da bu nedenle şunu söyledim. Siyasi partiler arasında yapılmış olan, benim genelde ‘mekanik ittifak’ olarak tarif ettiğim ittifak, bir toplumsal ittifakla örtüştüğü için yerel seçimlerde başarıyı getirdi. Toplumda hala demokrasiye talepte var olan bir ittifakı biliyoruz. Toplumda daha halkçı bir düzene bir ittifakın varlığını görüyoruz. Bundan birkaç hafta önce kamu-özel işbirliği ile ilgili yaptığım açıklamaların toplumdan aldığı reaksiyondan çok net görüyorum bunu. Toplum kendi ödediği verginin daha hakça, şeffaf ve halktan yana kullanılmasını istiyor. Bunu dillendiren bir siyaset istiyor, bunu uygulayacak bir siyaset talep ediyor. O yüzden bizim için, siyasiler için en önemlisi toplumda var olduğunu gördüğümüz o ittifakı önce siyasi iradeye taşımak, ikincisi bunun birlikte yürümesini sağlayacak bir iş yapmak… Bu manada yapılmış bir şey var zaten. Ama bunun mekanik ittifak boyutu seçim yaklaştığında konuşulacak bir şey… Şimdinin meselesi değil… Şimdinin meselesi toplumun hangi ilkeler etrafında ittifak kurduğunu okumak gibi bir yükümlülüğümüz var bizim. Ve bunu her birimiz kendi siyasi alanımızda büyüten bir iş yapmalıyız. Nihayetinde günü geldiğinde seçim zamanında da bunun hangi siyasi partilerin ittifakıyla şekilleneceği de elbette o toplumsal ittifaklar örtüşmeli…
Neden iyi bir muhalefet yapılmadığı eleştirilerine dönersek… Ki Adalet Yürüyüşü bu durumu sarsan, insanların umutlarını yeniden ortaya çıkaran bir olaydı… Aslında Kemal Bey’in de lakabı Gandhi ve Gandhi sivil itaatsizliğin sembol bir ismi… Ama başka da bir şey gelmedi. Yani halkı da içine katacağınız bir şeyden söz ediyorum. Sizin oturup parti meselelerini konuşmanız, demokrasiyi tartışmanız dışında…
SELİN SAYEK BÖKE: Şunu hatırlamamız gerek… Bir kere siyasi parti aidiyetlerini kimliklere sıkıştırmayı siyaset yapmış bir iktidar var karşımızda… 18 yıldır Türkiye’ye verdiği en büyük tahribat belki de bizleri biz yapan kimlik değerlerimizi ayrıştırıcı unsurlara dönüştürmüş olması… Ve bunu siyasete malzeme ederken de herkesi kimlikleri üzerinden karar vermeye hapseden bir yere sıkıştırmış olması… Buna direnen çok kalabalık bir kitle var Türkiye’de; fakat bu kimlikler üzerinden oy verme reflekslerini kırmak, çok ilmek ilmek örülmesi gereken bir iş… Dolayısıyla belki de konjonktürel olarak yaşıyor olduğumuz ve bizim faşizanlık olarak tarif ettiğimiz ağır şeyi göz önünde bulundurmadan, olağan dönemlerdeki örgütlenme ve bunun belki de hayatın içine yansıyış biçimini aramak seçmen açısından haksızlık olur diye düşünüyorum. Çünkü müthiş bir baskı ortamı, müthiş otoriter bir yapı var, basının tamamen ortadan kalktığı, doğru bilginin iyi habercilikle yayılabilmesinin önünün tamamen kesildiği, siyasetçilerin farklı görüşte olanlarının tamamen susturulduğu bir yerde o reflekslerden kopuş zaman alıyor. Fakat birikimli bir sürecin nihai aşamasına geldiğimiz kanaatindeyim. Benim umudum oradan geliyor. Bunun için bir şey yapılmadığını düşünmüyorum. Bilmiyorum iyi ifade edebildim mi ama…
İyi ifade ettiniz ama tatmin edip etmediği tartışılır. Çünkü mesele sadece halkı katmak da değil… Parlamentodasınız ama hiçbir işleviniz yok. Komisyonlarda yer almanız bir şey ifade etmiyor, önergelerinizin hiçbiri hayata geçmiyor. Sanki sosyal medyaya sıkıştı muhalefet etmek. Bunu vatandaş da yapıyor ama sizin bir farkınız olmalı. 3 yıl önce sine-i millet sözünü sarf etmiştiniz ama durum az önce tarif ettiğiniz gibi daha da kötü… Kemal Bey yürümeye başladığında tek başınaydı sonra tüm kentlerden insanlar yanında yürüdü. Mesela Demokrat Parti 1946-1950 yılları arasında müthiş şeyler yapmış… O dönemde CHP iktidar tabi ki ama uygulamalar antidemokratik. Komisyonlara katılmamışlar, boykotlar yapmışlar ve YSK onların o direnişi sonucu oluşmuş bir kurum… Ne yapacaksınız? Sadece konuşmak, sadece ittifak arayışları… Bunlar yetiyor mu?
SELİN SAYEK BÖKE: Her dönemin kendi ruhu oluyor. O dönemin tanımlayıcı araçlarında farklılaşma olabiliyor. Onun için de bir dönem doğru olan bir yöntem başka bir dönem için geçerli olmayabiliyor. İlkesel olarak değişmiyor. Talebimiz hala demokrasi talebi, eşitlik talebi, özgürlük talebi… Bunda değişiklik yok ama ‘Bugün ihtiyaç duyulan araçlar nedir?’in tarifini az önce de yaptım. Toplumsal ittifakı büyüten, o birlikteliği toplumda var olduğunu gördüğümüz rahatsızlıkları çözüm odaklı noktadan siyasette örgütleyen… Bu örgütlenme kimi zaman sosyal medyada bir mesaj paylaşarak oluyor, kimi zaman bir yürüyüşle kendini var ediyor. Kimi zaman meclis içerinde bir eylemlilik haliyle dışa vuruyor. Ama şunun altını ısrarla çizmek gerekiyor. Türkiye’de, benim gördüğüm ve son 4-5 yıldır yaşıyor olduğumuz her türlü dönemeçte Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni güçlendirilmiş bir parlamenter demokrasinin odağı yapma iddiamız var. Bu vizyon çok net. O zaman bugün de TBMM’yi pamuklara sarıp koruma refleksinin çok güçlü olduğunu görüyorum ben. Dolayısıyla ortaya koyulacak eylemlilik halinin bu duyguyla örtüşmesi gerekiyor. Ve attığımız her adımda az önce de söylediğim toplumdaki bu demokrasi talebini büyütmenin o günün koşulları içerisinde doğru araçlarla yapmamız gerekiyor. Bugünün doğru araçlarının ne olması gerektiğini konusunda önerilere elbette kulağımız açık…
Siz kendi içinizde bunu tartışıyor musunuz?
SELİN SAYEK BÖKE: Elbette tartışıyoruz. İşte iki gündür İzmir’de bir arama konferansı yaptık. İzmir’in CHP kadroları bir araya geldi, “Bu bir iktidar yürüyüşüyse nasıl olmalı?” sorusuna ortak akılla fikir yürüten ve bunu kendi içerisinde değerlendiren bir süreç yaşadık. Ve biliyoruz ki bu canlı bir süreç… Biz sadece 3 seneye konuştuk, o da içinde çok sayıda farklı duygu ve yöntem barından bir 3 sene… Özetle elbette tartışıyoruz ve elbette kulağımız açık… Başka türlü yapılması gerektiği konusunda öneriler varsa bizim temsil yükümlülüğümüz bunları duymayı ve siyasete taşımayı gerektirir. Bugün en çok başarıya ulaşmışlık yerel seçimlerdeydi, orada gördüğünüz gerçeklik devam ediyor. Dolayısıyla bize düşen iktidar alanlarımızda bu İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemizde Türkiye için koyduğumuz vizyonu bugünden var etmek ve bu olağanüstü dönemde olağanüstülüğün ortadan aşılabilmesi temel ilkelerde bir araya gelmiş olan milyonların hangi ilkelerde buluştuğu gerçeği üzerinden o ilkeleri büyüten bir ortaklıkla yolumuza devam etmek…
6 milyon seçmenin oyunu almış HDP ile ilgili duruma dönersek… Partinizden buna isyan edenler de oldu elbet… Sosyal medya kanalıyla çeşitli tepkiler, basın açıklamaları ile kınandı. Doğru olmadığı, bunun bir hak gaspı olduğu, antidemokratik olduğu hatta faşizan olduğu dile getirildi. Ancak Genel Merkez düzeyinde bir tavır? İttifaklar böyle adımlarla büyümez mi esasında?k Mesela HDP Genel Merkezi’ne bir ‘geçmiş olsun’ ziyareti… Tayyip Bey’in yürüttüğü model nedeniyle bir korku mu var? “Bunlar HDP’yi ziyarete gittiler, bak bunlar da teröriste yardım ve yataklık ediyorlar” gibi her zamanki klasik suçlamalar nedeniyle mi düşünülüyor yoksa bunun bir nedeni var mı? Bu sıra ile geliyor çünkü... Urla’da da partiniz yaşadı.…
SELİN SAYEK BÖKE: Korku siyaseti tarif etmemeli, edemez. Bir kere bu ilkeyi ortaya koyayım. İktidarın gözü zaten demokrasiye kendi içinden bile darbe yapacak kadar kararmış değil mi? Davutoğlu’nun başbakanlığının sonlandırılması, demokratik bir darbe idi esasında. Esasında hep aynı şeyi konuşuyoruz ama milyonların ortaklaştığı ilkeleri savunmak hepimizin görevi. Bugün savunmamız gereken en temel ilkelerden biri demokrasi ve adalet. Zaten sıkça karşımıza bu çıkıyor. Bunun için adaletsizlik nerede varsa o adaletsizliğe karşı ses yükseltmek, bu dönemde, kendi başına güçlü bir siyasetin önemli bir parçası. Bu sesin yükseldiğinin altını çizelim. Çok netiz bu konuda. CHP’nin bütün sözcüleri aynı şeyi söyledi. Sayın Genel Başkan da partinin sözcüleri de… Her birimiz bunun altını kuvvetle çizdik. Adaletin gasp edildiği, demokratik seçilme hakkının böyle darbe yoluyla elden alındığı bir şey kabul edilemez ve bizim değiştirme iddiamız olan da bu zaten. Türkiye bunları hak etmiyor.
Ama işte bunu değiştirmenin yolu da birlik olmaktan, o ittifak çemberi genişletmekten geçmiyor mu?
SELİN SAYEK BÖKE: Toplumun o ilkeler etrafında buluşması kıymetli. Çünkü nihayetinde sandıkta bu değişimi demokratik bir biçimde gerçekleştirecek olan halkın o iradeyi sahiplenmesi ve büyütmesi önemli. Biz bu ilkede toplumun buluştuğu gerçeğinin altını çizerek, nihai sandık günü geldiğinde… Onun için diyorum, siyasi partilerin yapacağı mekanik ittifak sorusu değil bu soru. Adalet ilkesinde buluşuyor muyuz? Evet, buluşuyoruz. Eğer adaletsizlik bir AKP’liye yapılıyorsa da itirazımız var, bir HDP’liye de yapılıyorsa itirazımız var, bir CHP’liye de yapılıyorsa itirazımız var. Nitekim bugün toplumsal muhalefete olan baskı, HDP’ye kayyumlarla, tutuklamalarla yansıyor. CHP’ye iktidarın değişebileceği duygusunun en somut yaratıldığı İstanbul’da örgütlülüğümüzün müthiş başarısı nedeniyle örgütün başkanını hukuksuz, kabul edilemez davalarla meşgul ediyorlar. Türk Tabipler Birliği, bu düzende şeffaflığa ihtiyaç var, olmadığında halkın sağlığı yok oluyor dediği için terörist ilan ediliyor. Hatta şimdi bir adım öteye gidiyor ve kendisini şekillendirmediği için Anayasa Mahkemesi’ne kadar uzayan bir adaletsizliği dayatıyor. Bunların hepsine itirazımız var zaten. Bu itirazın ilkesel bir yerden doğduğu gerçeğini halk kabullendiği ve sahiplendiği yerde zaten o, o dönemin mekanik ittifakını doğuracaktır. Hangi partilerle olur, onu o günün konjonktürü belirleyecektir. Ama ilkesi bugünden bellidir. Adalette demokraside, eşitlikte, toplumsal barışta bir araya gelmemiz gerekiyor. İşte bunu büyütecek her tür söylem bana sorarsanız bu dönemde bir eylemlilik hali aynı zamanda…
URLA’YI HİÇ SAHİPSİZ BIRAKMADIK, BIRAKMAYIZ
Bunun yetmediğini gördüğümüz örnekler de var ama. Mesela Urla’da belediye başkanı görevden alındı ve yargılandı. Tamam yargılamaya itirazımız olamaz. Orada her partinin meclis üyesi var. Ama ‘millet ittifakı’ güçlü bir varlık gösteremedi. Tüm İzmir milletvekillerini orada görmedik mesela…
Çok yere bölündüğümüz için oluyor… Geniş bir mücadele alanı… Bir gemi batıyor ve neresi su almasına engel olacağınıza dair bir öncelikleme yapmanız gerekiyor…
Urla belediye başkanımıza dava açıldığı günden itibaren İzmir’de partimizin en üst düzey temsilcisi olan il başkanımız ve milletvekillerimiz hukuki süreçleri yakından takip etti, davaları izlediler. Urla’da halkla pek çok toplantı ve bilgilendirme yaptılar, halka açık belediye Grup toplantıları gerçekleştirdiler. Kayyum, belediye meclisini toplamıyor. Buna rağmen, yasal olarak halen görevinin başında olan meclis üyelerimiz hem Urla'lıhemşehrilerimizin doğruları bilmesi, hem de ilçenin ihtiyaçlarının tespit edilerek büyükşehir belediyemizce Urla'ya hizmet götürülmesi için sahada çalışıyorlar. Seçme ve seçilme hakkının gasp edildiği, demokrasiye açıkça darbe olan kayyum uygulamasına karşı duruşumuz hangi siyasi partinin yönettiğinden bağımsız oldu her zaman. Kayyum kabul edilemez! Nitekim bu konudaki siyasi görüşümüzü hem partimizin tüm sözcüleri, İzmir’de il yönetimimiz, milletvekillerimiz her an dile getiriyoruz. Ve her zamanki gibi demokrasiyi savunmak için ne yapılması gerekiyorsa yapmaya da devam edeceğiz.
İzmir’de vatandaş nezdinde sevildiğinizi izliyorum. Ama diğer yandan bir grup da sizin İzmir’e çok az geldiğinizi, İzmir Milletvekili olarak sizi burada daha çok görmek, görmenin ötesinde örneğin burada bir hak ihlali olduğunda sizin daha fazla seçmenleriniz arasında olduğunuzu bilmek istiyor. Bu elbette sizin hiçbir iş yapmadığınızı, İzmir ile ilgilenmediğinizi göstermez ama buna daha fazla önem vermeyi ya da gelmeyi düşünüyor musunuz? Ya da neden daha az geliyorsunuz?
SELİN SAYEK BÖKE: Ciddi bir görev dağılımı ve paylaşımı içerisinde siyaseti üretmeye çalışıyoruz. Hepimiz farklı alanlardan, farklı katkılar veriyoruz. Elbette ki daha çok bir arada olalım, o hak ihlallerinde hep bir arada duralım noktasında bir talebin olmasının kendi içinde çok olumlu bir yanı da var. Öte yanıyla bu hak ihlallerinin hiçbiri tekil değil. Genel verilen mücadelede ben kendi adıma üstlendiğim sorumluluklar, işte Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde İzmir’de yaşanan hak ihlalleri, Ankara, İstanbul ve Diyarbakır’da yaşanan hak ihlallerinin hepsinin bir arada ne ifade ettiğine dair bir siyasi mücadeleyi vermekte. Tekil olarak sahada o hak ihlalinde fiziki bariyerin kendisi olmakta bana sorarsanız aynı mücadelenin ortağı yapıyor hepimizi. Hepimiz etkimizin en çok olacağı yerden bunu büyütmekle yükümlüyüz. Gönül isterdi ki günler 24 saat, haftalar 7 gün olmasın. Ben hem Avrupa Konseyi’nde, hem İzmir’de, hem Ankara’da daha çok olabilsem. Ama şunu biliyorum ki hepimiz aynı şeyin mücadelesini veriyoruz ve İzmir’in temsilcisi olmanın da şöyle bir hem yükümlülüğü hem de bana sorarsanız müthiş bir gücü var. Türkiye için hayal ettiğimiz pek çok ilkesel diye tarif ettiğim bu değer bütünü ,İzmir’de çok ilkeselleşmiş durumda. Biz esasında İzmir’i Türkiye’ye taşımak, hatta Türkiye’ye dair koyduğumuz vizyonun İzmir’deki temsilcisi olarak Avrupa’da anlatanı olmanın bu sorumluluğun bir parçası olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla İzmir her yerde temsil edilmiş oluyor.
ESASINDA ÇEŞME PROJESİ ÖZELİNDE YAŞANAN DA ÇOK TİPİK BİR İKTİDAR PROJESİ
İstanbul için ‘kanal İstanbul’ projesi neyse, Çeşme projesi de İzmir’in Kanal İstanbul’udur” diyenleri, Çeşme Projesi olarak adlandırılan Kültür ve Turizm Bakanı’nın bizzat takip ettiği projeyi de biliyorsunuz sanırım. Projenin halkın yararına olmadığını, o bölgenin habitatını olumsuz manada değiştireceğini savunanları, itiraz edenleri de… İzmir Milletvekili olarak görüşünü öğrenmek isteriz; zira CHP milletvekillerinin Kani Beko dışında bir sesini, itirazını duymadık henüz.
SELİN SAYEK BÖKE: İktidarın ortaya attığı ama hiçbir detayını paylaşmadan adına “proje” dediği her şey doğal olarak pek çok soru işareti yaratıyor. İktidara halkın güvensizliğinin de tescili oluyor. Turizm Bakanı’nın projeye dair yaptığı sunumlardan da henüz proje denilen şeyin somut olarak ne olduğu net değil. Nitekim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’mız da bu belirsizliği vurguluyor sürekli. Bilmiyoruz. Ne yapılacak? Nasıl finanse edilecek? Nasıl faydalar sağlayacak, nasıl zararlara yol açacak? Projeyi yapacağını iddia edenler bu soruyu yanıtlamamışken, bu detaylara dair görüş verilebilmesi de mümkün olmuyor tabii! Ancak İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız süreci yakından takip ediyor. Ve her zaman olduğu gibi kamu yararını gözeten bir ilkeler, hak ihlallerine karşı en demokratik savunuyu da ortaya koyacak adımları atmaya hiç tereddüdümüz olmayacaktır; bunun güvencesini verebiliriz. Belediyemizin de tavrı bu olacaktır, her CHP’linin de…
Esasında bu proje özelinde yaşanan da çok tipik bir iktidar politikası. Gerçek sorunlara gerçek çözümler üretmek yerine hep algıyı yönetmeye odaklanıyor iktidar. Bugün ağır işsizlik sorunu, bugün ağır hayat pahalılığı sorununa çare üretmek yerine her biri birinden “mega” projelerle çözümü çok ileri bir tarihe postalıyor, o olası fayda üzerinden bugünü kurtarmaya çalışıyor. Sonra da o fayda asla ortaya çıkmıyor! Defalarca gördüğümüz bu oldu. Projeler “ticari sır” adı altında gizlendi; detayları paylaşılmadı. Kamu yararı gözetilmedi. Rant uğruna doğa talan edildi. Bu gerçekleri bildiğimiz için de Çeşme Projesi’ni hepimiz yakından takip ediyoruz! Halkın gerçek sorunlarını çözmek konusunda kararlılığımızın yanında, halkın tüm sosyal ve ekonomik haklarını da savunmak, rant uğruna geleceğimizin yok edilmesine izin vermemek konusunda da kararlılığımız her projede olduğu gibi burada da var.
Çeşme Yarımadası’nın olağan üstü güzel doğasını koruyacağız, sonuna kadar da sahip çıkacağız.
Genel Sekreter olarak şu an partideki konumuz ne? Genel Sekreterlik tanımı görevleri itibarıyla hayli değişti partinizde. Hala afilli bir tanım ama içi ne kadar dolu ve neye muktedirsiniz?
SELİN SAYEK BÖKE: Genel sekreterlik elbette ki bir koordinasyon ve kurumsal esasında var olan tüm bu farklı çalışmaların buluşturucu gücü. Bu açıdan kendi içinde çok önemli ve siyasetin nihai şekillenmesinde önemli bir rolü var. Çünkü o koordinasyonun yürümesi ve farklı yerlerde üretilen siyasetin bir bütüne taşınmasının sekretaryası o siyaseti anlamlandırma konusunda kolaylaştırıcı olabilir ya da etkisiz olabilir. Var olan bütün bu işlerin daha bütüncülleştirilmesinde o belki de toparlayıcı unsur olmak dediğimiz budur. CHP’de de hala her sol partide olduğu gibi bizde de genel sekreterlik önemli bir yer. Ama tabi her konum için aynı şeyi söyleyeceğim ben. Sadece genel sekreterlik için değil. Bu aslında sizin ne kadar iş üretmek istediğiniz ile de ilgili şekillenebilir olduğunuz yer. Ben bu dönemde Türkiye’nin ihtiyaçlarının çok ağır olduğunu dolayısıyla da elimden geleni sonuna kadar yapmak konusundaki karalılığımı, seçmen de olsa yapacaktım genel sekreter olarak da yapacağım. Genel sekreter olarak elbette yükümlülüğü ve sorumluluğu çok daha yüksek.
Kadın olarak bir fark getirebilecek misiniz genel sekreterliğe?
SELİN SAYEK BÖKE: Daha önce yapmış olan kadın genel sekreterlerimiz var.
İki tane var. Açıkçası çok büyük bir fark göremedik ama bu bizim dışarıdan gördüğümüz. İç yapıda belki de orada bir kadının varlığı, o eril düzeni değiştirebiliyordur zaman zaman…
SELİN SAYEK BÖKE: Elbette fark yaratma iddiası ile görevi kabul ettim. Fark yaratıp yaratmayacağımızı hem zaman gösterir hem de bunu tartacak olan ben olmamalıyım. Ama elbette ki hangi görevi üstlenirsem mutlaka o görevi hakkıyla yapmak konusunda elimden ne geliyorsa şimdiye kadar yaptığım gibi bundan sonra da yapacağım. Ve umuyorum bunu tartma dönemi geldiğinde…
Son olarak Tunç Bey’i, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni sorayım… Ki bir ara sizin de adınız geçmişti ilk adaylık sürecinde. İzmir’e geldiğinizde bir değişiklik ve yenilik görüyor musunuz? Nasıl değerlendiriyorsunuz Tunç Bey’in performansını? Elbette beğenmiyorum ya da yeterli bulmuyorum deme şansınız yok ama…
SELİN SAYEK BÖKE: Olmağından değil gerçekten iyi bulduğum için iyi diyorum. Bunu bir zorunluluk nedeniyle söylemiyorum. Bu dönemin ihtiyaç duyulan iktidar adımları ne? Katılımcı yönetim, şeffaf yönetim, sosyal demokrat bir yönetim anlayışı ve sosyal devleti iktidar alanlarımızda var etmek. Bütün bu tarif ettiğim ne yapılmalı sorunun yanıtını bunlar zaten İzmir’de yapılıyor diyeceğimiz somut adımlar atılıyor. Ben de bu değerlendirme üzerinden iyi diye tarif ediyorum ve birlikte üretmeye devam edeceğimiz buluşmalar da artarak sürecek.
İzmir’de ne görmeyi arzu ediyorsunuz yenilik ve değişiklik anlamında bir İzmir milletvekili olarak?
SELİN SAYEK BÖKE: Türkiye için hayal ettiğim her şey İzmir için de hayal ettiklerimle örtüşüyor.
Ama onlar demokrasi üzerineydi genel olarak…
SELİN SAYEK BÖKE: Güçlü bir sosyal devlet de tarif ettim. Çünkü bugün dünyada ve Türkiye’de de yaşanan temel yıkım esasında marjinalize edilmiş, kırılgan toplu kesimlerinin düzen tarafından yok sayıldığı bir tahribat var. Bu dönemde daha da çok telafi edilmesi gereken şey işte bu kırılganlıklar, belki de yok sayılan toplum kesimlerinin kendini içinde görecekleri bir ekonomik ve sosyal düzen. İzmir modeli uzun süredir var. Sayın Kocaoğlu döneminden beri. Hem tarif ettiği kent yoksulluğunu gideren hem üretimi ortaklaştıran hem tüketici olarak güçlendiren mekanizmalar kurulmuştu. Şimdi bu dönem de o projelerin devam ediyor olması ve hatta onların üzerine eklenerek çünkü artıyor kent yoksulluğu ve bu kırılgan kesimler… Oraya vurgu yapan projelerin artmış olmasının doğru yönde adımlar olduğu kanaatindeyim. Ve bu benim Türkiye için de hayalini kurduğum güçlü sosyal devletin çok somut bir yerel uygulaması. Bu nedenle başarılı diyorum zaten. Veyahut da pandemi döneminde ortaya çıkan fırsat eşitsizlikleri… İzmir’de de hissediliyor. Bunu gidermek adına belediyenin adımlar atmasının doğru yönde adımlar olduğunu düşündüğüm için de iyi olduğunu değerlendiriyorum. O yüzden bana soracak olursanız bu dönemde neye ihtiyaç var sorusunun yanıtı İzmir’de de aynı yerde yatıyor. Toplumun hepsinin kendi içinde görebileceği, en önemlisi de üretici güç olarak kendini hissedebileceği… burada işte İzmir’e has şeyler var. Türkiye’nin girişimcilik merkezi olabilecek kadar özgür düşüncenin doğal yaşandığı bir şehir İzmir. Girişimci gençlerin bir çekim merkezi olarak görebileceği bir yer İzmir. Böyle bir hayali hayat geçirmek çok güzel olur. Pandemi döneminde gıda güvenliğinin ne derece kritik olduğunu hatırladığımız bir dönemde İzmir gibi tarımı da girişimcilik potansiyeline katabilecek kadar yüksek olan tarımı da merkezine alan bir ekonomik düzen için atılacak her adım benim hayalini kurduğum adımların parçası olacaktır. Zira bunlar belediyemizin geçmiş dönem uygulamalarında da var. Bu dönemde de artarak devam ediyor. Bu açıdan da benim İzmir için hayal ettiğim şeyler belediyemizle de paylaşabildiğim birlikte de üretim yapabileceğimiz kadar katılımcı süreçler olduğu için çok içinde hissediyorum. Umarım birlikte büyütmeye devam ederiz.
ibrahim Yüncü 7 Ekim 2020 Çarşamba 08:15
|